Aşkın Gizemi

Postmodern Bir Romanın Analizi

Günümüzde tam olarak anlaşılmamış veya çözülememiş bir akım olarak karşımıza çıkan postmodernizmin özelliklerini ilgiyle okuduğum bir romanla daha anlaşılır şekilde açıklayalım:

1- Somut gerçeklikle soyut gerçeklik iç içe verilir.

“Zindan bir gecenin koynunda ustura soğuğu kapı dışarı ederek, kapamıştım odamın kapısını serserice. Benden önce gece girmişti odama pencereden. Daha önce hiç görmediğim bir geceydi.
Odaya girer girmez, gözlerimde aniden beliren hummalı bir dudak, belalı sesler duyduğunu, bu gecenin şu ana kadar yaşanan diğer gecelerden farklı olacağını söylemiş ve yüreğim o an odadaki eşyalara alışılmışın dışında bakmaya başlamıştı.
Tedirgindim...
Sanki ruhuma, dev bir sel gibi akan, dağlar kadar büyük tedirginliğimin kaynağı odadaki eşyalardaydı.
Dört adımlık kısa voltalar attığım küçük odamın tam ortasında, kalbi ateşle yüklü sevecen sobam, sobanın sağ tarafında, duvar dibinde, dikine uzun, enine kısa, garip uykucu yatağım; sol tarafta pencere kenarında, üzeri kitaplarla, defterlerle, karalanmış kâğıtlarla dolu sevimli, çalışkan masam ve masanın ayrılmaz parçası hatta hayat arkadaşı sandalyem... Her şey ama her şey sabah odadan çıkarken bıraktığım gibiydi. Değişen hiçbir şey yoktu...
Bilincimin meydana getirdiği kendisine göre mantıklı hezeyanlarla can bulan şaşkın gözlerim, odadaki eşyalara değişik açılardan, farklı aynı zamanda ince ve titiz bakışlar fırlatmış, sonuç olarak kendinden emin bir eda ile ucube olan hiçbir şey olmadığını, ortalıkta hüküm süren tedirgin sessizliğe meydan okurcasına haykırmıştı:
- Her şey yerli yerinde! Değişen hiçbir şey yok! Neden beni heyecanın ve korkunun kucağına atıyorsunuz?
Dağ doruklarının asiliği vardı ses tonunda düşüncelerimin. Güven vermişti bana bu ses, inanmıştım bu sese yürekten…” “Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”

2- Gerçekte yaşanmamış olaylar bir hayal penceresinden yaşanmış gibi gösterilir.
“Onu gördüğüm an kutupların kalın buz tabakalarını eritecek sımsıcak bir rüzgâr esti içimde. Beynimde buzdan şimşekler çaktı, bütün bedenimi tatlı bir heyecan sardı ılık ılık. Kırmızı bir gül açtı ufuklarımda kendiliğinden…”

3- Öykülemede diyalog ve hikâye etme yerine bilinç akışını kullanır. Dolaşık ve karmaşık anlatım yöntemlerini dener. Simgelere, mitolojiye, efsanelere, mistisizme, nihilizme, fanteziye yönelir.

“İşte o an yeniden doğduğumu ve benle beraber etrafımdaki tüm canlıların yeniden doğduğunu sezer gibi oldum. Uzayan ufuklar aydınlandı birden, renk değiştirdi mevsim ve ben kendimin, bir anda uykudan uyanan bir dev gibi dirildiğimin şahidi oldum; kanım daha deli akmaya başladı damarlarımda, gözlerimin görme duyusu yüz misli arttı, kulaklarım hassaslaştı, koku alma organım beş kilometre uzağımdaki bir çiçeğin kokusunu algıladı…
Ne oluyor bana?
-Benim adım Aşk!
Karıncalandı kalbimin duvarları, seyrek bir ormanın büyülü maviliği konakladı saçlarıma, bir kuğunun gözlerinde gördüm kendimi, derin bir suyun içinde nefes almaya başladım sanki, sanki sudan çıkarınca başımı boğuluyordum, suyun içinde ay parlıyordu bembeyaz, gözlerimden yaşlar akıyordu…
-Ne oluyor bana?
-Benim adım Aşk!”
“Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”

4-İç diyalog hakimdir ve gerçek yaşamda karşılaşılan kişilerle hayal dünyasının kişileri, masal kişileri, çizgi film kahramanları birlikte verilebilir

“ İnsanın içinde yaşayıp da ona istemediği hareketleri yaptıran, ismi konmamış bir şey olabilir miydi?
Mümkün müydü ?
Bir süre sonra böyle bir şeyin mümkün olabileceğini öğrendim.
Ölü bakışların çıplak omuzlarda konakladığı bir pazar gecesiydi. Yeni bilenmiş bıçak gibi keskindi hava. Havanın keskin soğuğuna inat içimdeki lavlar bin dağı yok edecek kadar güçlüydü. Bir üşüyor bir yanıyordum ve ben yanmaya başladığım an annemi düşünüyor, onu düşündükçe ağlıyor, gözyaşlarımı içime akıtıyordum. İşte o zaman dışarının soğuğunu hissediyor, üşüyordum. Anlaşılmaz bir tezadın içinde buluyordum kendimi hep. Ya en baştaydım ya en sonda. Ya yanıyordum ya donuyordum. Ya ağlıyor ya da gülüyordum...
Farklı, anlaşılmaz, karmakarışık düşünceler beynime hücum ediyordu, yıldızları saymaya kalkıyordum. Süha yıldızında buluyordum kendimi. Sokak kedilerini, köpeklerini maskeli görüyordum. İskeletler gökyüzünde kanat takmış uçuyorlar, geceyi üşütüyorlardı. Korkunun kalbini yiyor ve titriyordum korkudan.
Korkma! Diyordu beynime ışıklar içinde inen bir ahu ve ben dünyanın en cesur, en güçlü, en kararlı, yenilmez insanı oluyordum. Bütün benliğime yayılan cesaret, şaşkınlık yelkenini de alıyordu üzerimden. Karşımda kupkuru bir ağaç üç beş saniye içinde yemyeşil oluyor, çiçekler takıyordu esvabına ve ben bu olağanüstü olay karşısında hayret dünyasına düşmeden gayet sakin durabiliyordum. “Bu ben miydim?”
“Aşkın Gizemi – Selim Savaş Karakaş”

5- Postmodernizm, modernizmin sorgulanmadan, herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel değerler olduğu görüşünü reddederek ortaya çıkar. Doğru kabul edilenler doğru olmak zorunda değildir. Sorgulamak gerekir, tek yönlü değil her yönüyle sorgulamak. Postmodernizmde gerçeklik unsurundan çok kurmaca ön plandadır.

“Mesela, dünyada neden açlıktan kırılan bebekler, yoksulluktan perişan aileler, isteklerde, beşiklerde cansız sabiler, artıklarla yaşamaya çalışan kişiler varken silahlara yapılıyordu bütün yatırımlar? Yaşatmaktansa öldürmek daha mı kolaydı? Dedelerin ninelerin, torunların, kundaktaki çocukların, bir anda iki yüz bin insanın ölümüne sebep olan atom bombasının babası-ismi lazım değil-gerçekten bir bilim adamı olabilir miydi? Amacı nedir bilimin, hayatı kolaylaştırmak mı, can almak mı? Uzaylılar dünyamızı ilk ne zaman ziyaret etmişlerdi, hayat neden adil değildi... ?
- Ya duyu organlarım, neden bu kadar hassas olmuşlardı? Sokaklarda, geniş caddelerde gezerken insanların farkına bile varmadıkları pek çok ayrıntıyı görebiliyordum. Omzuma çarparak kaldırımda ilerlemeye çalışan yirmi beş yaşındaki işsiz gencin beş saat yedi dakika bir saniye sonra ikinci kattan başına düşecek bir nesneyle hayatının değişeceğini, yeni dostluklar kuracağını, mutluluğa yelken açacağını; hemen sağ kolum hizasında gülerek yürüyen lise son sınıf öğrencisinin uyuşturucu müptelası olduğunu, çok geçmeden komaya girip okul tuvaletinde çırpına çırpına can vereceğini ve hatta ikazda bulunsam bile beni dinlemeyeceğini biliyordum…
Yürekleri parçalayan sesiyle yanımdan geçen ambulansın içindeki kişinin on yedi dakika 25 saniye önce ölmüş olduğunu biliyordum…
Suratına insan maskesi takarak aramızda gezinen, gerçekte asalak varlıklara benzeyen uzaylıları tiplerinden tanıyordum. Karşı kaldırımda yürüyen kırmızı şapkalı bayanın bir haftalık hamile olduğunu ve çocuğunun cinsiyetini ve hatta hamile olduğunu kadının kendisinin bile bilmediğini, on dokuz metre yirmi üç santim gerimde kalan iş hanının on ikinci katında yirmi dakika 03 saniye önce planlı cinayetler işlendiğini; panolardaki noktalama ve harf hatalarını, öğrencilerin umutsuz çırpınışlarını görebiliyordum….”
“Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”
6-Postmodern bir romanın sonu hiç de hayal edildiği gibi noktalanmaz. Belki de yazılan hiçbir şey gerçek değil hepsi de kurmacadır. Veya yaşanılan her şey gerçek fakat eylem yoktur.

“Aşkın Gizemi” isimli romanında okuyucuları şaşırtan bir sonu vardır.”