Üzerinden 15 yıl geçmiş olmalıydı. Eskimeyen ve pas tutmayan demir tadında sıcaklık, yenisiyle hep aynıydı. Yılların yok edemediği dostluk şimdi tam karşımdaydı. Bedenim biraz bakmalı, biraz susmalıydı. O anlar da mutluluk az gelirdi, hasret ise bunu tarif etmekte yeterli değildi. Ne kadar dövülürse tavında, bir okadar sağlamlaşıyordu aslında. Aslını unutmayan mazlumların ait olduğu topraklara, bir güneş olup doğmak gibiydi karanlıklarda. Dara düşülen günler yılları anımsattığında, yalnız değildik. Hiç yalnız kalmadık, bir gözün pınarlarını besleyen gözelerinden, usul usul sızılar en derinden çıkıp yürekleri sızlattığında… Bir ses vardı hep içimizin rahatlığında, bir nefes ise suskun bakışlarımızda. Ele avuca sığmaz da değildik, inan ki temiz kalmaya gayret ettik, farkılılılarımızı kirletmeye çalıştıklarında. Alnımız ak, yüzümüz paktı.
Heyecanını yitirmemiş duyguların beslediği, bir bağ vardı aramızda. Tüm dünyevi ve maddesel durumlardan uzaklaştıkça, onu hissederdik yanımızda. Hissiyatı güçlendiren, yürekten yaşandıkça güzelleşenler, açıkça yer edinmişti bakışlarımızda. Yaralarımız vardı, eskiye dair arasıra deşildikçe kanayan yaralar. Kapanmıyordu, kapanacak gibi durmuyordu. Yitirdiklerimiz vardı, bir baba bir anne bir kardeş sözcüklerinin sınırlarına sığmayacak kadar büyük yitirdiklerimiz. Bir yanımız eksikti, bir yanımız sahipsiz. Babasız bir çocuk olmak kolay değildir. İyileşmeyen bir yara gibidir. Öyle büyümekse, her yaş aldıkça daha da derinleşen yaralara girmektir.
Ortak kültürün yanında kimimiz yetim, kimimiz öksüz, kimimiz yapayalnızdı. Birleştiğimiz noktalar vardı, yaralarımız da ortaktı. Ortaklaştığımız acılardı. Yıllar geçsede sarılınca birbirimize, dostluk yeniden canlandı. Dostun gül yüzü mutluluk, mutluluğu anlatılması pekte kolay olmayan için içe sığmamasıydı. Anladım ki gözden ırak olsa da; kimse kimsenin gönlünden çıkmamıştı. Hala sahip olduğu o kıymetli noktadaydı…
Geçmişte aynı sofradan çokça ekmek bölüp yediğim dostlarımla, birkaç yıl önce İstanbul’da buluşup görüşme fırsatı yakaladım. İki günlük İstanbul ziyaretimde kısada olsa hasret giderdiğim dostlarımla, yıllar geçse bile bıraktığımız yerden devam edebileceğimizi anladım. Dostluğun sıcaklığını eskiden olduğu gibi aynı şekilde yaşadım. Geçirdiğim zamanın tarif edilemez rahatlığında, kahve içmek üzere gittiğimiz mekanda, anı ölümsüzleştirmek adına kendimce bir şiir yazdım. Mekan o kadar muhteşemdi ki, bahçe kısmında ahşap tavana monte edilmiş oyuncak renkli bir tren, belirli zamanlarda ses çıkarıp çizilmiş rotada rayların üzerinde hareket ediyordu. Zeminde akvaryumlar ve içinde balıklar, kaplumbağalar yaşıyordu. Tavandan her masanın üzerine gelecek şekilde ahşaptan yapılmış bir kuş yuvası sarkıyordu. Rengarenk kelebekler dört bir yanda sallanıyordu. Mekanın büyüsü ve etkisiyle yazmış olduğum kısa şiiri sizlerle paylaşırken, araya mesafeler girsede dostlarınızı anımsayın, dostça kalın diyorum…
Bu Yürek Gecede
Bir zaman tünelinde
Yolculuk başlasın.
Gözlerinin ta içinde
Bir derviş yaşasın…
Uzaklaşıp gittiğinde
Hasretin bana kalsın.
Bu yürek gecede
Sessizce seni ansın…
Kenan Doğan