Bazı çığlıklar hiçbir zaman ses üretemez!
Doğruların ve duaların ulaşamadığı bir gökyüzü düşünemiyorum, düşünmek istemiyorum, ihtimal dahi vermiyorum buna.
Aralık ayının sonlarındayız. Zaman, sabuna basmışçasına akıp giderken bahçemdeki nar ağaçlarının sararan yaprakları ile katman oluşturan kırmızı toprağın görsel şöleni huzursuz mevsimin ruhunu sızlatıyor sanki. Doğumun endişesi panoramik kasvetiyle ayazın kılcal damarlarına kadar ulaşıyor. Çığlık çığlığa her düzen, her ev, her bahçe…
Seslerin yerlerini değiştirmek isterdim.
Yüreğimi milyon tane battaniye ile sarsam da kristal aldanışların ve aldatılmaların dokunuşları ile sarsılıyorum. Ne çok masumiyet düşüyor ufkuma; eli, yüzü yara bere içinde.
Seslerin yerlerini değiştirmek isterdim. Çığlıkların nereye ve kime ait olduklarını biliyorum ama onları olması gereken yerlere götüremem; o çığlıklar ki Tanrı’nın Tur-ı Sina Dağındaki Siması gibi kül eder beni.
Bazı çığlıklar hiçbir zaman ses üretemez! Kanı çekilir, morarır yüzü, saydamlaşır, hatta ulvileşir, sadece dağı değil iki cihanı da yakar sureti fakat ne hikmetse bir türlü duyulmaz. Göğün karnı yarılır, gözleri kavrulur, sabır taşı milyona dağılır, dev çelik tabular yıkılır, bir keskin şimşek çakmasıyla gece ikiye bölünür hatta kıyametler kopar yine de ses düşmez zihinlere.
Ama boş tenekeden çok ses çıkar.
Duaların ulaşamadığı bir gökyüzü düşünemiyorum, düşünmek bile istemiyorum.