Tüm iletilerim yerini bulana kadar yazmalıyım! Huzursuzluğun kovuğuna kaçan gökyüzü altında yaşamanın ne denli sıkıntılı olduğunu biliyorum. Penceremden kendini dışarı atmak için çıldıran kalbim öyle bir uzandı ki, aşağı düşmesinden korktum. Timsahlar bekliyor suda.
Detaylı kayıtlar tutuyorum, defterimin nemli gözlerinde umutsuzluğun tarifi var. Yatay bir dikdörtgen geceye düşen ağlama sesi. Tabut tabular! Her saat üzerinden geçen on binlerce şiir resitali bastıramadı hıçkırıkları, yağmur suyuyla da silinip gitmedi. Öylece kaldı evrene aşina bir nesne gibi; nefesimin çivilerine asılı kalan, yüzü olmayan bir portre gibi. Algılamamda problem var. Galiba çok hassasım, aşırı duygusal. Soğudum insanlardan, bir elma kurdu gibi çekildim içime. Kafamın içinde iki kişi daha var, bana benzemeyen iki kişi, tanımıyorum onları. Zıtlığın keyifle sigara tüttürerek detektör gibi ruhumu süzmesi “içimdeki beni” çıldırtıyor. Kendimle anlaşamıyorum, beyaza siyah, siyaha beyaz diyemem. Tavşan deliğinden harikalar diyarına kendimden gizli gitmeliyim, siz gelmeyin diyemem, aklımdan geçenleri bilseler rüşvet isteyecekler. Benden başka iki ben daha var ve ikisinin uyumu için yırtıyorum kendimi. Tek kavga etmesinler, yemesinler birbirlerini. Dağılıyor kalbim, ödünç aldığım duygularım ve kitaplarım havada uçuyor; armut koltuğum, sevimli masam, sandalyem birbirine giriyor. Arada kalan hep ben oluyorum, canı çıkıyor gerçekten arada kalanın. Bu iki zırdelinin içinde zamanımı öldürüp herkesten hızlı yaşlanıyorum. Takma kafana diyerek ikna ediyorum kendimi.
Sen! Sürekli geçmişe takılıp kalan müptezel, geç köşene, kapa çeneni. Sen! Ateşe körükle giden yabancı, sen de geç yerine! Sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum. Üçümüz de aynı yolun yolcusuyuz, birlik olmalıyız, bu beden üçümüzün de dünyayı taşıyan omzuna ağır gelir. Şu an yazmalıyım, aklımdan geçenler asırları aydınlatacak sivri uçlu yıldız kümesi. Kayıp düşmelerini istemiyorum, tutmalıyım hafızamda. “Zaten yazarlar hep delidir, okuyucuyu çıldırtmak gibi yetenekleri vardır. Kendi içinde kutsadığı zırvalıkları yazarlar, şairler bir tık daha delidir.” Diyor geçmişe takılıp kalan müptezel. “Kime ne zararım var, deliysem kime ne? Saçlarından kavrayacaksın sevdayı, yüreğine gün batımını saçacaksın, deniz mavisi esecek sol yamaç tepesine meşru kâbuslarımın, detaylı tuttuğum kayıtlarımın. Krallar ateş püskürecek, utangaç sesin bir pınar şairi girecek devreye, kopan ayak sesleri ve kapı tokmakları çekilecekler inzivalarına ve vicdan azabı fethi başlayacak okuyan gözlere.”
“Bak işte, yine zırvalamaya başladı bizim şair. Lan oğlum sen içmeden sarhoş mu oldun, nereden buluyorsun bu kelimeleri?”
Ne demiş Yunus: “Beni bende demen bende değilim; bir ben vardır bende, benden içeri.”
“Kelimeleri ben bulmuyorum oğlum, kelimeler beni buluyor. Renklerden, ağaçlardan fırlayıp atlıyorlar kalemime, dörtnala koşuyorlar kum kalesi çamurdan düşlerime. Hayaller kuruyorum saydam cam beyazı. Saf yüreğin rengi saf sözcükler, huzurun zarafeti. Hayal kurmak insanı hayata bağlayan en canlı eylemi, kapıyorum gözlerimi ıslah kabul etmeyen çocuk ruhumla sıcak kumların üzerinde seni düşünüyorum sevgili.” “Kafayı mı yedin oğlum sen?”
“Cümleler şarkı söyleyerek ve karanfil göbeğiyle gülerek dalıyorlar içeri. Negatif kelimeleri ayıklamam gerekli. Harflerin ağzını yüzünü deterjanla yıkamam şart, yeni bir denemenin yazılmasına kim engel olabilir? Geleceğin ihtiyacı olan tek şey: Aşk!” Dünyanın en iyi ressamı bile aşkı yansıtamaz. Cümle patlamaları yaratmalıyım mısralarımda, insanın nefesini kesen havai fişek gösterileri, çeperlerine değin değmeli evrenin, malum, şölen devam edecek bizden sonra da.
“Diğer tüm duyguları koçbaşıyla parçalayıp yüzeye çıkabilecek kudrete sahip tek duygu aşk ve bir de umut!”
Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz, gazlı tampon uyguladım düşlerime…Tüm iletilerim yerini bulana kadar yazmalıyım!
“Süleyman kuşdilini bilir dediler; Süleyman var, Süleyman’dan içeri.”