Geçiştirilen bir yaşamı vardı. Nereye sokulmaya, nereye yanaşmaya çalışmışsa itilip kalkılmıştı. Gözlerinin içinden, yüzündeki çizgilerden bunu anlamak çok kolaydı. Geçmiş; yüreğinde açılmış bir yaraydı. Ve bu yara kanamaya devam ediyordu. Bu yaranın pansuman edilip kapanması bir yana dursun, eğreti kişiliklerin bakışlarının üzerine dönmesiyle daha da derinleşiyordu. Acı veren derinleşen yarası değil, insanım diyenlerin sadece bunu bedenlerinden öteye götürememesiydi. Dem vurulan değerler, inançlar, sözden öte gidemeyen vicdani rahatlamalar… Ve bunlar samimiyeti beceremeyen canlılardı. En çok yaralayan, yüreğini parçalayan elbette bunlardı…
Bu duruma çocukluğunda öyle ki alışmıştı… Kendi kendine önemsizlik yükleyip, varlığının kıymetine anlamsız demekten geri duramıyordu. Bunu dillendirmekte cesur, ötekileştirilmesine ise ses etmeye çekinir, kendi halinde öylece suskun ve masumca bakardı. Bu bakışıyla, anlayan yüreklerde iç parçalardı.
Sohbetine dalınca zamanın nasıl geçtiği anlaşılmazdı. Nahif ve kibar bir ses tonuna sahipti. Konuştukça konuşası gelirdi insanın. Bir soru ötesinde kocaman bir yaşam vardı. El uzatınca bir kere, o eli ihmal etmez hemen sıkı sıkı tutardı. Bir arkadaş, bir dost sıcaklığını anlar ve engelleri aşıp hasreti bir kibrit gibi yakardı. Tutunmaya çalıştığı dal misali bırakmazdı. Anlatırdı; bıkmadan, usanmadan tüm yaşadıklarını eksiksizce ve dürüstçe. Her şeye rağmen tatlı dilli ve güler yüzlüydü.
Adı Mehmet’ti. Küçük yaşta geçirdiği çocuk felci hastalığı nedeniyle, belden aşağısı tutmuyordu. Koltuk değnekleri bir parçası gibiydi. Bir yerden bir yere hareket ederken zorlukları, insanların çıkardığı engelleri aşmayı artık öğrenmişti. Koltuk değnekleri ve 3 tekerli motosikleti büyük öneme sahipti.
Yaşamı hep bir mücadeleden ibaretti. Engelini aşmaya gayret etmede bir usta misali, öyle ki başarılı biriydi. Bir ressam bir tabloyu yaparken hangi renkleri kullanıyorsa yüreğine hitap eden, Mehmet’te siyaha boyanmış yaşamını mücadelesiyle ufak fırça darbeleriyle beyaza boyuyordu. Her aştığı engel, yaşamının ufak bir alanını karanlıktan aydınlığa doğru çeviriyordu. Çoğaldıkça beyaz noktalar, çocukluğunda tükenmeye yüz tutmuş umudunun canlandığını kendisi de görüyordu.
Geçilen dalgalar, söylenen kötü sözler, yöneltilen çirkin bakışların önemi kalmıyordu umudunun canlanmasının karşısında. Artık umudu ona yaşam diyordu; o umuduna eşit bir yaşam diyordu. Korkulara sürüklenmiş ve sessizliğe itilmiş yaşamı, kıymetinin farkına varıyordu. Güzel yüreğinin sahip olduklarına erişemeyenler çok geride, o ise emek ve duygularıyla çok ilerideydi.
Eğitim almasına imkân verilmemiş, sosyal yaşama dahil olması istenmemiş olsa da, o artık umuduyla ve dirençli bakışlarıyla hayatın tamda içindeydi. Sabahın köründe kalkıp 3 tekerli motosikletine biner ve ekmeğine doğru hareket ederdi. Koltuk değneklerini motosiklette oturduğu yerin hemen yanına koyuverirdi. İşyerine ulaştığında motosikletini park eder, koltuk değneklerinin yardımıyla tezgahına gelip, hayır dualarıyla güne başlar ve tezgahını temizlerdi. Ekmek teknesi burasıydı, tertemiz etmeliydi. Kendisine bir çay söyler, satacağı ürünler gelince tezgahına itinayla dizerdi. Yaşam bir mücadeleydi, Mehmet itinayla yaşamın hakkını veren bir mücadele örneğiydi…