Çıktığın yeri unutursan, uzay boşluğundaki gibi, ayakların yere basamaz. Gitmiş olduğun her yer çıkmaz sokak ve sen hep askıda yaşarsın. Bir insanın karakteristik özelliklerinin yerleşmesi, biyolojik olarak maksimum 11 yaşına kadardır. Geçmişini unutanda kronolojik hafıza kaybı meydana gelir.
Şimdilerde, içinden ruhu alınmış, sadece monoton, bedenleri kalmış gibi tavırlar sergileyen gençler, işte, bu hafızalarını kaybetmiş gençlerdir. Boş hafıza, unutulmuş ezel, istediğin potansiyeli yerleştirebileceğin bir tehlike barındırır. Yani hafızasını yitirmiş toplumu istediğin yere çekebilirsin.
Bizim kültürümüzde ki temel esas, ‘İbadette gizlidir, kabahatte’ üzerine inşa edilmişken, bu aymazlık, kendini bilmezlik rüzgarına kapılmak nereden kaynaklanıyor, bilinmez…
Özgürlükler asla sınırsız değildir. Yaşadığın toplumların realiteleri, tez, antitezle sentezlenerek özgürlüğünün sınırlarını oluşturur.
Etimolojini çatırdatırsan, toplumu bozarsın. Ondan sonra da toplum da seni bozar. Yaşanılan toplumlarda kayıt dışı kalarak, duyarsız, etkileşimsiz yaşayabilmek mümkün değil. Piramitten bir taş çekersen yapısını bozarsın.
Daha önceki konuşmalarımda belirtmiş olduğum gibi; en büyük suç, cesaretsiz aydınların, reyting uğruna değer yargılarını parçalayan medyanın.
Halbuki hayat felsefemizi toplum olarak Mevlana’nın şu sözleri üzerine kurmuşuz ki;
"Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez"
Öyleyse; yalnız gelip, yalnız gittiğimiz dünyamızda, bu yalnızlığını paylaşacağın insanla toplumsal doğrular esasında birlikte ol. Onunla yaşanan, sadece onun ve senin aranda olsun. Yeri geldiğinde, Ona hekim ol, yeri geldiğinde de psikolog, hatta, bir Adam Smith kadar olamazsan da iktisatçı ol. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Önce kendini sevmekle. Mutlu, hazımlı, olmuş insan, karşısındakini de mutlu eder. Karşısındaki de ötekini. Öteki de berikini. Nihayetinde insanlık ve yaşadığımız gezegen kazanır.