Duygusallık, bence insan olmanın en önemli yanlarından biri. Hayatın her anında, yaşadığımız olaylarla birlikte birçok duyguyu içimizde barındırıyoruz. Ancak çoğu zaman, bu duyguları ifade etmekte zorlanıyoruz. Özellikle genç yaşta, toplumun “güçlü olmalısın” gibi beklentileri altında kalınca, duygularımızı gizlemek zorunda hissediyoruz.
Bazen en basit şeyler bile içimizi kıpırdatıyor. Bir arkadaşımızla yaptığımız derin bir sohbet, bir filmdeki sahne ya da sadece bir şarkının sözleri, aniden gözlerimizi doldurabiliyor. Ama bu duyguları paylaşmak çoğu zaman korkutucu. “Zayıf mıyım?” düşüncesi aklımızdan geçiyor. Oysa duygularımız, zayıflık değil; aksine, bizleri biz yapan en güçlü yönlerimizden biri.
Toplumda erkeklerin duygusal olarak açık olmasının pek de hoş karşılanmadığını biliyoruz. Duygularını ifade eden birinin “aşırı duygusal” ya da “feminen” olarak damgalanma riski var. Bu da aslında hepimizi etkiliyor; duygusal zekamız köreliyor. Ama duygusal derinlik, insan ilişkilerini güçlendirir. Birine gerçekten nasıl hissettiğimizi söylemek, ona karşı ne kadar samimi olduğumuzu gösterir.
Sanat da bu duyguları ifade etmenin harika bir yolu. Bir şarkıyı dinlerken ya da bir resme bakarken içimizdeki hislerin açığa çıkması çok doğal. Bir şarkının sözleri, belki de hissettiğimiz şeyleri en iyi şekilde yansıtıyor. Bu, yalnız olmadığımızı anlamamıza yardımcı oluyor. Başkalarının duygularını da paylaştığını görmek, bize cesaret veriyor.
Duygusallık, hayatın en güzel ve en zengin yanlarından biri. Kendimizi ifade etmekte tereddüt etmemeliyiz. Duygularımızı yaşamak ve paylaşmak, hem kendimizle hem de başkalarıyla daha derin bağlar kurmamıza yardımcı olur. Duygusal açıdan güçlü olmak, aslında gerçek güçtür. Hislerimiz bizi bir arada tutan en önemli bağlardır.