23 Nisan 2025… Çocuk bayramıydı. Sokaklarda neşeli sesler, ellerde balonlar, gözlerde umut vardı. Ta ki saat 12:49’a kadar.
İstanbul, bir kez daha sarsıldı. Bu sefer yalnızca yer sarsılmadı; çocukların kahkahaları, yaşlıların duaları, gençlerin hayalleri de bir anlığına yerle bir oldu. 6.2 büyüklüğünde, ama etkisi rakamların çok ötesinde bir sarsıntıydı bu.
Depremin merkez üssü Silivri açıklarıydı, ama etkisi, İstanbul’un dört bir yanında hissedildi. Pencere camlarının çatırdamasıyla kalpler titredi. Merdivenlere, sokaklara koşan insanlar birbirine sarıldı. Kimi annesinin elini daha sıkı tuttu, kimi sadece dua edebildi.
Bu şehir, binlerce yıldır depremleri bilir. Lakin öğrenmekle yaşamak başka şeydir. 1999’u hatırlayanlar için kısa bir flashback gibiydi; o karanlık, o kaos dolu yaz gecesini yeniden yaşadık sanki, gün ortasında.
Yine de bu kez bir fark vardı. Belki tesadüf, belki şans, belki alınan önlemlerin ilk meyvesi… Büyük bir yıkım yaşanmadı. Ama panik, korku ve travma; hepsi oradaydı. Yüzlerce kişi yaralandı, bazı evlerde çatlaklar oluştu. Ama daha da önemlisi, toplumsal hafızamızda yeni bir iz daha açıldı.
Ve belki de en acı tarafı şu oldu: 23 Nisan gibi çocuklara adanmış, neşe dolu bir günde, biz yetişkinler yine onların gözlerinde kaygı gördük. Oysa onların tek endişesi balonlarının patlaması, şarkılarının unutulması olmalıydı.
Bu deprem bir uyarıydı. Sadece yerin altından gelen değil, vicdanlarımızın içinden geçen bir uyarı: Hazır mıyız? Yeterince önlem aldık mı? Bu şehir gerçekten “depreme dayanıklı” mı, yoksa sadece öyleymiş gibi mi davranıyoruz?
23 Nisan 2025, bize bir şey daha öğretti: Bayramlar kırılgan, sevinçler geçici olabilir. Ama tedbir, bilinç ve dayanışma kalıcı olmak zorunda. Çünkü İstanbul, sadece bir şehir değil. İstanbul, bir miras. Ve bu miras, gözümüz gibi korunmayı hak ediyor.