Adana, sıcak insanları, bereketli toprakları ve canlı kültürüyle her zaman umut vadeden bir şehir olmuştur. Ancak ne yazık ki, bu büyük metropolde yardıma muhtaç insanlar için durum her zaman iç açıcı değil. Şehrimizde bir kişinin ya da ailenin acil bir ihtiyacı olduğunda, çoğu zaman yardımın hızla ulaşması için o durumun medyada yer alması gerekiyor. Basın haber yapmazsa, çoğu kez gözden kaçan hikayeler oluyor; insanlarımız yardım eline ancak o zaman kavuşabiliyor.
Bu durum, toplumsal dayanışmanın doğası gereği değil, adeta yardım sürecinin bir “sinyalizasyon” sistemine bağlanması anlamına geliyor. Oysa gerçek ihtiyaçlar, sadece haber değeri taşıyan olaylardan ibaret değil. Kimileri için mahcup olmanın, kendi sorununu yüksek sesle duyurmanın imkanı yok. Kimileri ise medyanın dikkatini çekemeyince kaderine terk ediliyor.
Yardım kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve kamu kurumları, elbette ellerinden geleni yapıyor. Fakat sistemdeki bu “medyaya bağımlılık”, yardıma erişimde adaletsizliğe neden oluyor. Yardıma muhtaç olan herkesin sesi duyulmadığı sürece, gerçek anlamda kapsayıcı bir dayanışma mümkün olmuyor.
Adana gibi büyük ve dinamik bir şehirde, ihtiyacın tespiti ve çözümü sadece gazetelerde yer alan haberlerle sınırlı kalmamalı. Daha aktif, saha odaklı ve görünmeyeni görünür kılan mekanizmalar kurulmalı. İnsanlar medyaya ulaşamadıkları, ya da basın ilgisini çekemediği için yardımdan mahrum kalmamalı.
Unutmamalıyız ki gerçek yardım, görünene değil, ihtiyaç duyulana ulaşmaktır. Adana’da dayanışma ruhunu güçlendirmek, sadece haber olan acıları paylaşmakla değil; her gün sessizce yaşayan, destek bekleyen insanların yanına gitmekle mümkün olur.