Düşsel yolculuğunun ütopik yanlarına bağlanmaktan gayrı pek elini bir şeye atmamıştı. Lakin el attıklarını da bir yüreğin kırılganlığıyla kırıp dökmüştü. Kaba denemezdi ama bazı noktalarda hoyrat, ince düşünceden uzaktı. Etrafa saçılan her kim ve her neyse toparlama çabası içine girmemişti. Bu düşüncenin gereksizliğine sebep kırıp döktüğünün farkında olamamaktı. Ne yaptığını açıkçası çok da bilmiyordu. Yorgunluğa gömülü zihni kan ter içinde kalıyor, nefes dahi alamadan bu anları en kuytu köşede tekrar hatırlanmayacak noktaya taşıyordu. Hayatın birçok duygusundan, birçok anından bu tarafıyla geçiştirerek uzun yıllardır mahrum kalıyordu. Öyle ki kendinden uzak bir yaşamın içinde günlerini yaşamadan geceye çeviriyordu.
Bir iç geçirdi iyiden iyiye... Her taraftan eksik kalmış bir hayattı bu diye kendi kendine söylendi. Yaşamın ustaları vardı ama kendisi onlardan biri olamamıştı. Neyin ustasıydı misal..? Bir tek bağlama çalmanın ve buğulu düşlerinin sahibi düşüncelerini oluşturan, pekiştiren kitapları okumanın ustası denebilirdi! Son zamanlarda bağlamasını çalıyordu çalmasına ama kitapları hep yarım kalıyordu. Bu yarım kalan kitaplar bir daha açılmayacak yorgunluklar eşliğinde tıpkı hayatına benziyordu. Her taraftan yarımdı ve tamamlanacak bir umudu da bu ürkek yüreği taşımıyordu.
Arada duyduğu hayata tutunmasına sebep olacak cümleleri evirip çeviriyor, bir sonuca erdiremeden onlardan da uzaklaşmanın yoluna bakıyordu. Annesine gitme niyetiyle başladığını düşündüğü yolculukta hülyaların içinde derin bir denizde miydi? Tüm yaşadıklarını düşündüğü bu olaylar zincirinde her şey ama her şey, içerde aldığı darbeler sonucu zihninin kurguladığı bir oyun muydu? Yavaş yavaş sorguladığı bu durum yaşamının ve ortaya koyduklarının gerçeklikle bağlı olan taraflarını zayıflatmıştı. Bir yatakta kendinden geçmiş halde boylu boyunca yatıyor ve baş ucunda annesi mi vardı yoksa bir otobüs koltuğunda cam kenarında uykuya mı dalmıştı..! Zihni bir ara üçüncü bir ihtimali sorgulattı. Bu ihtimalde zihni, yaşamdan kopmuş ve dahil olduğu bilinmezlik içinde bir yerde, hayattayken yapmak istediklerini hayal ediyor diye düşündürdü. Biraz zorlasa dördüncü ihtimal dahi ortaya koyabilirdi. Bir türlü rahata erdirip kurtaramadığı kendinden, kurtulmak istercesine yaşamla arasında isteksiz ince bir bağ kalmıştı. Dalıyordu çıkamayacağı kadar derinlere...
Bir an bulunduğu yerden alıp kendisini hayal aleminde 1980’lerin başlarında yaz aylarının ilk günlerine götürdü. Yazın ortasında sicim gibi bir yağmurda Adananın daracık sokaklarında yürüdüğü o günü anımsadı. Sığınacak bir yer bulamadan hızlı adımlarla ilerliyor damlaları zamanla tek tek vücudunun her noktasında hissediyordu. Sırılsıklam olmuştu. Altyapısı her dönem bozuk olan bu kentin yağmurunda yürümek küçük ve sığ bir nehirde yürümeye benziyordu. Ayakları diz boyutunda olmasa da epeyce suyun içindeydi. Bir an korktu, suya kapılıp gidersem diye... Hemen bir ara sokakta ağaç duldasına sığındı. Bura yoldan biraz yüksekti. Yağmurun dinmesini beklerim sonra giderim diye düşündü. Ağacın hemen ardında küçük bir bina bulunuyordu. 3 katlı bu binanın alt katı iş yeri üstlerinde evler vardı. Ağaç altında epey durdu. Arkadan omuzuna sert dokunuş hissetti. Yüzünü döndü, elinde şemsiye olan orta yaşlarda saçları kısa, gözleri kocaman güzel bir kadın; beyefendi ıslanmayın içeri buyurun yağmur dinene kadar diye davet etti.
Bu güzelliğin cazibesini yorgun zihnine rağmen tüm hücrelerinde en derinden hissetti. Peşine takılıp dünyanın öbür ucuna gidebilirdi. Sırılsıklamdı ve bu ilk görüşte aşkla yüreğinin her bir noktası de artık ıslanmıştı. Aklında olmayan aniden başındaydı...