Rüyalarımı ve şiirlerimi irdeleyen ama yüzünü göstermeyi reddeden kömür karası fısıltı dolaşıyor sokaklarımda. Sesimi bulamıyorum nedensiz. Şeffaf bebek ağlamasının pudralandığı kan kızılı yorgun akşamların gölgesinde tabuta girer gibi kusuyor öfke. Utançtan kıvranıyor şuur, midesine sert bir yumruk yemiş gibi acı içinde asalet. Sağıma soluma bakmadan düşlerimin altın tepsisi altına sokuyorum gözlerimi. Boğulmak üzereyim. Kanıyor kanat çırparak kaçışan kelime filolarım, bayrağında kafatası resmi ve iki keskin gece mavisi kılıç dalgalanıyor. Kimlikler ve şuurlar ve hatta cümleler hep korsan… Başlarına bağladıkları flor bile gelişigüzel istiflenmiş, acayip bir örüntü çıkmazı, koşuyor gözlerim.

Hadi, kaç kaçabilirsen, çık hadi işin içinden; mümkün mü? Milyon defa da özür dilesem ati asla affetmeyecek bizleri, biliyorum.

Kimin ne düşündüğünün bir önemi yok! Uzun sarı saçlarıyla mevsimlerimizde açan papatya, baharı yırtarcasına dans etmeye başladı, yenildi nefsine. Bir avuç botokslu kenevir avcısı sahiplendi her şeyi. Ani bir fırtına seline yakalanmış gibi yaprakları dalgalanan kır çiçekleri, göz kamaştırıcı titrekliği ve kıvraklığı ile kopacak gibi oluyor dalından.

Sahte neon ışıkları sanal bir görsel şölen sunmak için dirilmiş sanki. Hala üzerinde yeşil ve açık mavi tuvaleti.

Yıllanmış şarap tadında kadim birkaç kelime bulmalıyım, cümlelerim çiçeklerin esaret kurgularını ezmeli; ayağına taş, kalbine yaş, otağına kış değmeli… Okuyucularımda farklı çağrışımlar, yıldızlar yaratmalıyım. Kuru ayaz yakar insanı! Hislerinin resmini yapmalıyım, hislerinin ve masumiyetinin…

Manzara kana susamış haydut ve oksitlenmiş yamalı cüzdan gibi kışkırtıcı. Ol ya da öl! Panik içinde kaçmaya çalışan düşlerimi tutmalıyım, kafayı sıyırmama az kaldı. Hafif ve serin bir tebessüm esintisi ile uçurtmaların kuyruğuna takılıp gidecek kadar puslu ve doluyum. Hadi, kaç kaçabilirsen, çık hadi işin içinden. Milyon defa özür dilesem de biliyorum ki asla affetmeyecek ati bizleri. Ben affetmiyorum benden öncekileri, affedemiyorum. Sizler de affetmeyin bizleri. Çıkmaz sokaklarımın ihtiyar pişmanlıklarını uzun yolculuklar için yanmaz ve kesilmez bantlarla sıkı sıkı bağladım. Kendiliğinden çözülecek zamanı gelince.

Canımı acıtan çaresizlik kasveti çöktü omuzlarıma, ayağımın altındaki taş eridi, düştüm yedi kat yerin dibine… Bir ölüm fecrinin can çekişen huzuru, ölümden sonraki doğumun sabahı… Promete, akbabaların uykuya dalmasını beklemekte, parça parça koparılan ciğerinin yeniden nefes alması şart. Papatyalar, gelincikler ve diğer kır çiçekleri kanatlanıp uçsun istiyorum. Sürünen, yürüyen, koşan her spot ışığı asabi ve kaybetmiş umudunu ne yazık. Çekmeyin fişlerini meleklerin, bırakın Allah aşkına, bırakın yaşasınlar özgürce.

Yıllanmış şarap tadında kadim birkaç kelime bulmalıyım; hürriyet mesela, adalet mesela, eşitlik ve hak mesela, merhamet… Halkın sesi Hakkın sesidir!