İnsanın kendisine ördüğü duvarı hiçbir usta öremez!

Bütün dogmaları, üstüne çelik bir miğfer geçirmişçesine koruyup, bütün olasılıkları ve masalları gerçekmiş gibi sahiplenip kendi içimizde kendi ellerimizle oluşturduğumuz var olmayan düşmanlarla savaşıyoruz. Belki de birileri hürriyetimizin sinir uçlarıyla oynadığı için karşımıza çıkıyor var olmayan düşmanlar.

Bırakın tezleri, safsataları, yalanları; gerçekleri bile düşünce değirmeninde tartmalı insan. Her iki ucu da eşit olan akıl ve vicdan terazisi, ruhuna duvar örmeyen alçakgönüllü kişilerde görülür. Kibir ve ego kör eder gözleri, adalet sokaklara düşer.

Duvar örmek kolay; çimento yerine bir torba cehalet, üç beş trajik hikâye, korku tuğlaları yeter. 

Duygu ve düşüncelerin özgürce kanat çırpmadığı zaman aziz dostum sadece kendine değil aynı zamanda ülkene ve milletine de en büyük ihaneti etmiş olursun. Belki birilerinin işine gelecektir bu eylemsizliğin. Çünkü kaos, hırsızların ve arsızların en kutsal rehberidir. Bir tek kendi kişisel çıkarlarının iplerine sarılanlar neslin düşünmesine izin vermezler. Ülkenin içinde bulunduğu çukurun derinliğinin önemi yoktur onlar için. Varsa yoksa göbeğinden bağlı olduğu dünyevi ihtirasları ve çıkarları. Maneviyat, medyanın vitrin camında sergilenir.

Kendi ellerimizle ördürülen duvar içi boş odalar doğurur ruhumuzda. Kendi gölgesinden bile korkan gaz lambalarının titrek ışığı gibi ürkek benlik-töz antidepresan iniltilere kurban gider. Yok olur koca ömür. Medeniyete ve insanlığa harcanması gereken en verimli çağlar iki kuklanın ipleri ile darağacına asılır.

Üstüne üstüne gelir duvarlar.

Çenesi düşer duvarların, beyninde bozkır sabahlarının sessizliğini kadim bir şimşek çakması ile böler ikiye, dörde, milyona…

Düşer Çenesi Duvarların

Şehir bir yıldırım gibi düşünce geceye

Zamanın siyah elleri nefessiz bir ıslık gibi yayılır ruha

Yayılır, genişler sonra birden gerilir,

Sanki tutup çeksen kopacak zaman, dağılacak…

Rüzgârın sesi zamanın ıslığında boğulur

Kirli saçlarıyla iri göbeğini ite ite gelir yalnızlık

Dişleriyle, tırnaklarıyla, çıkarmadığı ayaklarıyla

Kapı çalmadan, izin almadan, tiksinti veren gülmesiyle gelir.

İnsanlık adına bir zerre taşımadan

Edep nedir bilmeden gelir.

Duvarların düşer çenesi, kelimeler yürür odana

Kuğunun son şarkısı çarmıhta kasılır!

Ne lanet bir çenesi var şu duvarların!

Yüzyıllık ezberin kırışıklıklarından süzülür umut

Hüküm çoktan verilir

Geçmişin ütopyası düşmez dilinden

Yetişkin mevsimlere tünel kazar çocukluğu

“Yıllar mı aşk biriktirir, aşk mı yılları biriktirir

Yoksa o “BİR AN” için mi yaşar insan?”

Takılıp kaldığı, kördüğümü o “bir an” için mi?

Şiirler yazdığı, düşlerini sardığı, mehtaba saldığı

Düşünüp daldığı, giyim kuşam bilmeyen o “bir an” için mi?

Söyle şiirsever dostum söyle, insan niçin yaşar?

Sen sustukça

Konuşup durur duvarlar, düşer çenesi

Takılıp kalır geçmişe

Yeni bir pencere açmak istesen izin vermez.

Dökülürmüş sıvası, kırılırmış tuğlası, falan filan…

Ne lanet bir çenesi var şu duvarların!

“İnsanın kendi kurduğu binaya

                    bir tekme vurması ne kadar zor”

İnce duygular suyun tüylerini diken diken ederken

Güneşin boyamıştık yüzünü,,,

Ah Deli,,, yaygaracı modellik ve paparazzi sana göre değil

Anksiyete çoraplarını giyen resimler

Bir yanda şarkıları avuçlarında kırmızı

Diğer yanda dudaklarını kemiren iftira

İhtilal olmadan yakalanan o BİR AN

Takılıp kaldığı o bir an!

“Ben seni sevmiyorum” demedim ki hiç!

Ne lanet bir çenesi var şu duvarların.

Gitsen artık başımdan…