Kasetçalarların henüz revaçta olduğu, fikir akımlarından kendimize konumlandırma yaptığımız çağların başlarındaydık. Kravatı pek sevmez, takmak istemezdik. Dik başlı yanımızdan değil, bedeni esir aldığını düşünürdük. Gözlerimiz çakmak, pırıl pırıl bir gelecektik. Başarı oranıyla seçilmiş nadide birer çiçektik. Sınıflarımız 30 öğrenci olacak şekilde ayarlanmıştı. Hepimiz aydınlık güzel yarınlardık.
Hazırlık A gözde sınıflardandı. Ortaokullarında birinci olanlar buradaydı. En iyiler burada toplanmış, bilincin her yönden resmini çiziyorlardı. Akıllı ve aklını kullanan çocuklardı. Naçizane biride bendim… Hakan, Soner ve Hasan’da onlardandı. Ve isimleri tek tek hafızamda bulunan, nadiren de olsa görüştüğümüz diğerleri de paylaşmayı seven, hayata anlam katan arkadaşlarımızdı.
Bizim Hakan, tıbbiyeyi kazanıp 8 yılda bitirdikten sonra İstanbul’a atanmıştı. Adana’yı severdi ama İstanbul gönlünde daha ayrı bir yerdeydi. Mesleğe orada başlamış, 3 vesayetle gidip geldiği işinden hiç mızmızlanmazdı. En azından bana anlatırken böyle bir şey yapmadı. Bakışları sessiz, sakin görünse de, içinde fırtınalar kopardı. Bizlerin yanında gülüp eğlenir, duygularını rahatça yaşardı. Eğlenceli, duygulu, yerine göre bıçkın bir delikanlıydı. Bunu daha iyi anlamamızı sağlayan liseden sonra geçirdiğimiz, ara sırada olsa görüştüğümüz 20 yıldı.
Okulda tüm sınıflarımızın perdeleri rengarenk, duvarlar boyalı, duvarlarda tablolar ve masalarda örtüler vardı. Sınıflarımız küçük gibi görünse de, bahçemiz geniş alabildiğine yıllanmış ağaçlarla kaplıydı. Ağaçlar yeşillikleriyle temiz nefes saçardı. Zil çalınca geniş bahçemizin oyun alanlarında oynayanlar, koşturanlar, sevdiği kıza uzaktan sessizce bakanlar, sohbet eden can ciğer arkadaşlarla dolup taşardı. Karma eğitime bizden çok önce geçmiş olan, ilin en eski okulu erkek lisesinde her şey harikaydı.
Birçoğumuzun ailesi her gün gazoz içebileceğimiz duruma dahi sahip değildi. Bunun yanında okulda özel olarak işletilen yemek haneyi kullananlarda vardı. Açıkça söylemek gerekirse, kantin kısmına uğramak bile bize göre cesaret isterdi. İçecekler kendimizce aniden geliştirdiğimiz kutlama günlerinde tüketilirdi. Gazoz içmek biraz lükse kaçardı. Öğle arası yemeklerimiz ekmek arasına sürülen üçgen peynir ve bir çayla geçiştirilirdi.
Hiç unutmam; o kutlama günlerinden birinde içecekleri alıp sınıfa gelmiştik. Ellerimizde gazlı içecekler, şişeleri sallayıp ağız kısmını başparmağımızla kapatıp birbirimize sıkıyorduk. Herkes birbirini ıslatma gayretindeyken, Hakan elinde içecekle tavana adeta düşlerini resmedip, boyamıştı. İçindeki çocuk henüz gençliğe adım atmamıştı. Ya da onun hep çocuk kalması doğru olandı. Konuyu müdür yardımcısına iletmek üzere olanlar zaman kaybetmemiş, abartılmış cümleler eşliğinde işlerini geciktirmeden yapmıştı. Neyse ki öğretmenler bizleri severdi. Müdür yardımcısı sınıfa geldi ve kapıda durup uzun uzun tavana baktı.Yarına kadar eski haline getirin dedi ve çekip gitti. Sınıfın bu konulardaki yöneticisi elbette Hasan’dı. Hasan bizlerden para topladı ve tavan boyası ile fırça alındı. Kısa bir sürede içecekle renklenmiş tavan, el birliğiyle yeniden bembeyazdı.
Birlikteliğin ne denli zorlukları aşabileceği konusunda yeterince tecrübeye ulaşmıştık. Bu nedenle çözüm üretme konusunda hiç zorlanmadık. Öğretmenlerin oturuş pozisyonuna göre biz sınıfın sol tarafında oturmayı tercih edenlerdik. Bu grup sınıfın yaşadığı tüm sorunların çözümünde etkendi ve öncüydü. Diğer arkadaşların çoğu ise suya sabuna pek dokunmaz, elini taşın altına koymazdı. Bizler o yaşlarda geziler, etkinlikler düzenler; konserlere, maçlara giderdik. Sosyaliteyi başarılı şekilde yürütürdük.
Çünkü hayata bakış açımız gelişmeyi, insan olmanın gereklerinden yardımlaşmayı öğretmişti. Öğrendiklerimiz öğrenciliğimizle ilerliyor, kendini her noktada var ediyordu… Ve yüreklerimiz hala sahip olduğu tüm duygularla ve artan bir hızla, aynı yönde hayata anlam katmaya, güzelleştirmeye çalışıyor. Güzellikler adına çabalarımız tükenmesin…