Öyle araçla okula bırakan ebeveynlerimiz olmadı. Servisi, liseli yıllarına gelince gördük ve öğrendik. Bize göre de değildi hani. Yol boyunca sadece aynı güzergahta ya da, aynı muhitte oturanlarla zorunlu yolculuk etmek, biz gibilere tersti. Toplumdan kopuk olmak, toplumcu düşünenlere gelir miydi?  Biz ki içimizde sürekli büyüttüğümüz eşitlik ve paylaşım duygusunun, halkla iç içe olup, yan yana durmaktan geçtiğini bilirdik. Ailelerimiz de; yaşamın tüketen ve ülkenin kalburüstü, kaymağını yiyenlerinden değildi. Memleketine, halkına olan sevdasıyla, emeğiyle üreterek katkı sunanlarındandı. Fabrikalarda vardiyalı olarak çalışıp, emeğini ortaya koyarak yaşamı kazanıp, güzelleştirenlerindendi.

Zorlu yaşam koşullarında, sevgiyi de, erdemi de, yorgun yüreklerinin direngenliğini de, başları dik şekilde ellerimizden tutup okula yürüyerek götürdüklerinde, en derinden hissetmek mümkündü. Bu güven verici duygu, resmen bir ömürdü. Bazen bir sel oluyor önümdeki engelleri alıp götürüyor, üşüdüğümde içimi ısıtıyor, bazen suskunluklarıma dil oluyordu. En önemlisi, tüm eğitim hayatım boyunca bu duygular, bana yol oluyordu.

O zamanlar ana sınıfı yoktu. Belirli yaşa gelmiş çocuklar ilkokula kaydolurdu. Birinci sınıfa siyah önlükleri, beyaz yakaları, üzeri çeşitli resim ve figürlerle donatılmış karton, ucuzundan çantalarıyla merhaba derlerdi. Yani okul heyecanım ilkokul birinci sınıfla başlamıştı. Emanet edilen öğretmenin birer evladı da artık bizlerdik.

Sabahları erkenden uyanıp okulun yolunu tutmak zor geliyordu. Kapıda genelde, İspanyol paça giymesini hiç unutmadığım, karizmatik, gözlüklü, bıyıklı ve saçları bir erkeğe göre uzunca olan müdür yardımcısı İbrahim hoca beklerdi. Disiplinden hiç ama hiç taviz vermezdi. Okulun ana binasının önündeki tören alanında birinci sınıflar başta olmak üzere, alfabetik olarak sıraya girerdi. Müdür bazen konuşmasını yapar, okul ve kurallarla ilgili bilgiler verirdi. Öğretmenler başımızda bekler, üst sınıflardan biri bulunduğumuz alandan yüksek olan, bina giriş kısmından andımızı okuturdu. Daha sonra, birlerden başlamak üzere herkes sınıflara girerdi.

İlkokuldaki her günümü her şeyiyle hatırlamak mümkün değildi elbette... Lakin birinci sınıfta her gün bir olay ve bir heyecandı. Ağlayanlar, zırlayanlar, annesinin peşinden koşup bırakmayanlar, okuldan kaçıp eve gitmeye çalışanlar… Okula alışma süreci bazen bu olayları yaşamamıza sebebiyet verdi. Derste öğretmen konuşurken onu dinlemeyip susmayanlar, altına kaçıranlar, acıkıp beslenme çantasından yiyecek çıkaranlar, bir anda yerinden kalkıp dışarı koşanlar, birbirine tebeşir silgi fırlatanlar, farklı kültürel yapıların evlatları hep birlikte, mutlu yarınlar adına eğitiliyorduk. Elbette ilkokul öğretmenimizin bu süreçte gösterdiği büyük gayreti ve sabrı takdir etmek gerek. Onun gibi idealist ve tüm bilgi birikimini öğrencilerine aktararak, başarılarından dolayı gözleri parıldayan öğretmenlerin çoğalmasını umut ediyorum.

Muhtemelen, daha öncesinde ya kreş ya da ana sınıfı görmüş günümüz çocuklarının, bizden daha donanımlı ve başarılı olacaklarına inancım sonsuzdur. Fakat birçok isteklerinin hemen yapılıvermesi, onların yaşamı çok kolay kazanılan ve sürülen bir durum gibi görmesine sebep olabilir. Mücadele ve emek verilemeden sürdürülen hayatın yavan ve çokta anlam ifade etmediği güzelce anlatılmalıdır. Bu onları zorluklara karşı daha dirençli hale getirecektir.

O çağlarda hepimiz masum birer çocuktuk. Hayat; henüz kötüleri ve kötülüklerini göstermemiş, gelecek adına birer umuttuk. Ağzımızdan süt kokusu dahi gitmemiş, mis gibi kokuyorduk. Siz geleceğin sahibi olan çocuklar; içimi rahat yüreğimi serin tutuyorum. Güneşli ve daha adil yarınlar adına size güveniyorum...