Güneş çoktan doğmuş, aydınlık bir karanlığı yırtar gibi gül yüzüne vurmuştu. Gözleri kamaşırken, elleri tedirginlik içinde kendini kendine getirme çabasındaydı. Ürkek bir güvercin edasında zarifliğiyle büyülüyordu. Buralardan duyulsa ses edip güneş kadar güzel yüzüne dokunacaktım. Yüzünden, önceki yaşamının kırgınlıklarından dökülenleri toplayacaktım. Kırıldıkça kırılmış, un ufak olmuş hislerinin arasındaki bir çatlaktan süzülüp ruhuna dokunacaktım. Her yerinden acıların türlüsünü yaşamıştı. Artık iyisini de, kötüsünü de ayırt etmeye gerek duyulmuyordu yaşamının sunduklarında. Uslanmamıştı fakat ustalaşmıştı bu konularda. Uslanmasını gerektirecek bir halde yoktu ortada…
Hayalimde sınırlı kalmasının önüne geçmek istediğim durumlar çoğalıyordu. Baş edemiyordum çoğu zaman hareketsiz kaldığımda. Birazı ondandı, birazı benden…
Oysaki bir tebessümle gözlerinden dökülenleri toplayıp, bir nehirin akışına bırakacaktım. Yıllardır durmadan nemlenmiş, iz yaratmış yüzünde ki alanları üfleyerek kurutup, bir köşeye koyacaktım. El uzatıp yüz sürecektim, inceden inceye kanayan ve sızlayan yaralarına… Yar deme cesaretinde bulunmadan, yar’alarını saracak, kapanmasını gözleyerek sarılacaktım. Sarılmanın getirdiği muhteşem mutlulukları olduğu gibi teslim edecektim, hiç birine dokunmadan… Kullanmaya mahal vermeden her türlü duyguyu olduğu yere koyacaktım.
Teslimiyetin duyguların içinde edindiği yer, biraz emektir, birazı habersiz çekilen iç’lerdir. Ne zahmet gözetilir, ne girilen yolun sonunda bir sonuç gözlenir. Bu yolda sadece, yüreğin ürettiği duyguların eşliğinde ve bu duyguların bazen de gölgesinde soluklanıp dinlenerek, yorularak kan ter içinde yürünür. Matematiksel bir denklem değildir… Mutlak bir neticeye ulaşmayı gözlemek, hüsrana uğratabilir. Çoğu zaman sonuçsuz da kalabilir…
Sonuç odaklı değil, yürekte son olma odaklıdır…
Solan güllerin, geriye dönüşünde toprağa sunduğu katkıdan yana bir tebessümü yanağına bırakmak bir sondur. Bedenine bir parça gibi yerleştirmek istediğim mutluluğu, göğsünün sol yerinde hissederek ritmine uyum sağlama gayretimin de bir adı vardı. Herkesçe farklı dillendirilebilirdi. Kimisi derinlemesine düşünmeden gereksiz görebilirdi. Bana düşense kelimelerin karşılığında can’dı, canan’dı… Bunlardan bir adım ötesi de yok değildi. Oda vardı ve layık olduğu yerde kullanılmalıydı…
Bir kaşın arasından, bir çift gözün anlam yüklenmiş bakışlarının sonrasından çıkarılabilecek ve söylenebilecek en güzel söz canım’dı. İnsanın kendisi için en kıymetli olan ve bahşedilmiş zamanlı bir sürecin ana unsuru buydu. Can..! Bu kıymeti başkasıyla eş görmek, onu bu kıymetle iç içe alıp bütünleştirmek ne de özeldi…
Hüzün birikmiş çizgilerini silme derdinde değildi gayretim. Bunları silmeye belki ömür yetmezdi. Çizgilerinin içinde ki anlamsız yerleri can’la doldurmaktı bütün yapmak istediğim. Sol yanında mutlulukla atmasını istediğim, ele geçirmek üzere zapt etmeye çalıştığım bu küçük, bu sonsuz genişlikteki odacıkların her birinin kapısını zorlamaya çalışmaktan vazgeçmeyecektim. Bir umudum, içeri girebilmekti yüreğinin herhangi bir noktasından… Bu umutla ömrümü bitirebilirdim. Sadece yüreğinde olma ihtimalinin varlığı, varlığımı sürmeme de sebepti.
Yüreği o kadar ki güzeldi.
Candı… Canandı… Canımdı…