Adese altında ruhumun perakende taşkınlığına tanık olan bir bilim adamının natüralist kaşları altında ivmelerin çelik vidalarıyla gerildiğini görüyorum. Alnıma doğru öfkenin soğuk hava dalgası yayıldıkça yayılıyor. Cinnetin eşiğindeyim anne!

Hiçbir mekâna sığmayan sancılar eşliğinde kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçmaya çalışan bir it gibi, kayan yıldızlarımın ardından iki gözü iki çeşme bakıyorum. Bu nasıl bir çelişkidir bilmiyorum. İnsanın kendini bulması ancak kendisinden kaçmasıyla mümkündür. Elbiseyi yırt at, ten ruha yük sadece. Kasırga gibi ortalığı kasıp kavuran ellerini öptüğüm onca düşler hiçlik boranında, zamanımı, duvar tablosu gibi asmaktan başka bir şey yapmıyor. Lanet olası bir aile düzeni, içtimai cümlelerin beynini dağıtan kurşuni renkli isyan namluları yalınayak ne zaman daldılar içimize? Sanırım her belanın başlangıcı askerlik dönüşüme denk geliyor. Hala senin gibi ben de bulamadım kendimi.

Belli ki hala bulamamışsın kendini

Bağırmaktan sesi kısılmış kalbinin, duymamışsın.

 

Hala bulamamışsın kendini

Ağaçların şarkısını, taşların nefesini

Bahçe duvarlarında umut giyinmiş bakışları

Ayrı takılan yürekleri görmemişsin

 

Aşk yanığı hislerim

Çarpa çarpa şiirleşirken kalbinde

Okuyamaz olmuş kalemin...

Kır gitsin

Kır zarif saçlarıyla sana belenen uykularımı

Kır gitsin ismini ezberlettiğim gözlerimi

Kır gitsin sana söylediğim şarkılarımı

Kır gitsin aşkla yeşeren yüreğimi.

Bağırmaktan sesi kısılan kalbimin ağzında hangi mevsimin mesajı çiçek açmış ki? Cinnetin eşiğindeyim anne!

Kozasını yırt geçmişin

Gölgelerin bile aşk rengi

Fırtınaya zarafet katabilirim!

Kırarım dağların camını

Yıkarım fildişi kulesini mesafelerin

Başladığı yerde biter

hasretin,,,