Su; bütün canlıların yaşamı için temel madde olma özelliği taşırken, insan ve doğa ilişkisinin de en önemli belirleyenlerinden birisidir.
Dünyamızın yüzeysel olarak dörtte üçü su ile kaplı olup, dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3 ’tür. Bunun %97,5’i okyanus ve denizlerde tuzlu su olarak bulunmaktadır. Ancak %2,5’i (35,2 milyon km3) tatlı su formunda bulunmaktadır. Tatlı su formunun da sadece 0,4 ‘ü yeryüzünde insanoğlu ve diğer yaşayan organizmaların kullanımına uygundur.
Bu veriler, insanoğlunun ihtiyaçları doğrultusunda kullanabileceği tatlı su kaynaklarının son derece sınırlı olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Dünyada zaten az olan tatlı su kaynaklarının; endüstriyel atıklar ile kirletilmesi, enerji üretiminde kullanılan suyun geri kazanımla insani tüketime uygun olmayışı, şehirleşme kaynaklı atıklar, kontrolsüz pestisit kullanımı kaynaklı yanlış tarım uygulamaları ve küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri ile yaşanan kuraklıklar eklenince sorunun boyutları daha da çarpıcı hale gelmektedir.
Türkiye su kaynaklarının kıt olduğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır. Yüzeysel akımlar yıllar itibariyle farklılıklar göstermektedir. Meteorolojik olaylara bağlı olarak değişen su miktarları; yaz dönemini kurak, kış dönemini ıslak dönem olarak geçiştirmektedir.
Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 10.000 m3’ten fazla olan ülkeler su zengini, 1.000 m3’ten az olan ülkeler ise su fakiri olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.500 m3 civarında olup, ülkemiz su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye istatistik kurumu (Tüik) verilerine göre nüfusumuzun 2030 yılında 88 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. Bu durumda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.280 m3 civarında olacaktır. Ve gün geçtikçe suyun önemi ülkemizde daha da hissedilebilir bir duruma gelecektir.
İçme suyumuzu da temin ettiğimiz Seyhan Havzasında kirlilik, atık yönetimlerinin iyi planlanmamasından kaynaklanmaktadır. Kirliliğe neden olan etmenler, havzayı besleyen akarsulara verilen atık sular ve katı atıklardır. Havzayı besleyen derelerin etrafındaki yerleşim alanlarında atık su arıtma tesisleri henüz tamamlanamamış ve yapılanların bir kısmında sorunlar giderilememiştir. Havzada zaman zaman katı atıklar insanlar tarafından akarsu kenarlarına, açık alanlara kontrolsüz bir şekilde dökülmektedir. Ayrıca havza içerisinde son yıllarda korkunç bir hızla gerçekleşen yapılaşmalar ve endüstriyel yerleşimlerin kontrolsüz bir biçimde yayılması kirliliğe neden olan diğer etmenlerden biridir.
Verilerden de net olarak anlaşıldığı gibi su kaynaklarında artış mümkün olmayıp, su ihtiyacı gün geçtikçe artmaktadır. Gelecek nesillerin büyük sorunu olacak “su” için yapılan değerlendirme ve araştırmalar göz önünde bulundurularak, ciddi su eylem planları (yahut politikaları) yapılmalıdır. Bu eylem planlarında ilk sırayı alması gereken de “kullanılmış suyun geri kazanımı” olmalıdır. Sırasıyla kentlerin, büyük endüstriyel tesislerin, küçük yerleşkelerin kullandıkları suları geri kazanıp yeniden kullanmaya yönlendirilmesi için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Örneğin; endüstriyel bir tesisten oluşan atık sular tam ya da kısmi arıtmalarla arıtılarak salınması yerine, ileri arıtım proseslerinin ilavesiyle yeniden kullanıma uygun hale getirilmelidir. Pek çok gelişmiş ülkenin su politikalarının temelini atık suların geri kazanımı ve kaynaktan kullanımın azaltılması olduğu unutulmamalıdır.
Susuz hayat ne mümkün olacaktır, böyle bir durumda nede canlılık kalacaktır. Bu nedenle, gelecek nesillerin yaşamdaki payına saygı duyarak kaynakların sürdürülebilir, adil ve etkin kullanımı sağlanmalı, tasarruf bilinci geliştirilmelidir. Suyumuzu koruyalım.