Çok uzaklara gidilen ve uzun süre görülemeyen, hasret bırakan güzellikler gibiydi ömrüm. Arada sırada kendini gösteren mutluluklar, bunca çürümüşlükte kendini var etme umudumu tüketemese de, bir yanım karamsarlığa saplanıp kalıyordu. Zaman zaman siyah ve gri tonlarda geçen hülyalarım ve rüyalarım vardı. Oysaki doğayla barışık bu gözler, ekmeği bölüp paylaştığım bu eller ve ses edip söz dinleten bu diller umudun yoldaşı, sevdanın arkadaşıydı. Bir yolcu olsa eğer, yanına katık olarak umudunu birde sevdasını alırdı. O derinden yaşadığı, kimi zaman belli edemediği, gözlerden uzak olunca, gönüllere yaklaştığını sanırdı. Aydınlık olmalıydı, tıpkı bayramların yoksulluğunun mahcubiyetinde umudu büyütürcesine. Karanlık bu bedene aykırıydı. Kendini küllenmiş hissettiren yaşam enerjim tam sönmeye yüz tuttuğunda, her derin nefesimde kendini yeniden var etmeliydi. Bayramlar gelmeli ve bayramlar yaşamı renklendirmeliydi.
‘Daha dünkü çocuk’ denebilecek yaşta olanların dahi, “nerde o eski bayramlar” dediği günlerin bayramları, daha güzel yaşanmalıydı. Eksik bırakılan her neyse, bir bir toplanıp yerine konmalıydı. Üzerimize düşenin, erinerek yapılmasını örtme adına söylenmişse utanılmalıydı. Eski bayramlar eskide tüm samimiyetiyle yaşandı ve anılarımızda hatıraları kaldı. Yaşanmışlığı geri getirmenin ya da tekrardan aynı anı yaşamanın mümkünü olmadığı için, eskileri özlemek ve hoşluklarını tek tek sırasıyla bugüne getirmek en güzeliydi.
Her şeyin paket halinde önümüze sunulduğu bir yaşamsa istediğimiz ve sürdüğümüz, emek verip, alın teri dökmeden eleştirmek en kolay olanıydı. Dünyanın öbür ucuna eğlenmeye gitmeye erinmeyen bedeniniz, yorgunluklarıyla ve bahaneleriyle büyükleri ziyarete gidemiyorsa, eski bayramlar nerde demek gerekirdi. El öpüleceklerin ve el tutulacakların zaman ayarı verilemiyorsa, sormak lazımdı.
Öyle ya misafir dahi kabul etmede randevulu sisteme geçmiş modern! yaşam insanlarımız, komşularına dahi selam vermekten imtina ettiğine göre, eskileri aramakta ve istemekte ne kadar da haklıydı!
Ben merkezli sürülen ve sürekli hızla birlikte anılmasından hoşlanılan yaşamlarında; önemsizleşen, bir anlamda ötekileşen yaşamları yok saymayı olağan karşıladığından, bayramlarda bunu değiştirmeye yetmiyordu. Çünkü kendinden başka herkes çokta önem arz etmiyordu. Arkadaş, eş, dost seçimleri eşyalar ve kılık kıyafete göre belirlenir olunca, düşüncelerin ve hayata karşı duruşun önemi pekte mühim değildi. Çünkü fikir üretmek, fikirlerden bahsedecekleri seçip yaşamlara dâhil etmek, fikri olanlara has bir meziyetti. Fikirsizler bunu nereden bilecekti!
Yaşlarının genç olmasıyla ters orantılı, eskimiş ve köhneleşmiş yürekleri olanlar, sevdalardan bihaber birden fazla kişiyi idare edenler, birebir uyum sağladıkları üstün teknolojik yaşamlarında, yaşam kontrollerinin akıllı cihazlarında olduğunun farkına varsalar da sonuç hep aynıydı. Eskiyi zerre önemsemeyenlerin, eskiyi isteyerek laf ebeliğine girmesi çokta samimi değildi. Oysaki yaşamı şekillendirip, paylaşmak ellerimizdeydi. Eskileri daha çok güzelliğe sahipti belki ve onları özlemekte bir yere kadar anlaşılabilirdi ama bunu gençler değil de, bayram boyunca eli öpülmeyen, ziyaret edilmeyen büyüklerimiz yapmalıydı.
Bayramlar; paylaşmak, yüreğimizde ve soframızda başkalarına yer açmak demektir. Yüreğinde insan ve doğa sevgisi büyüten, bu dünya sana da bana da yeter diye düşünen herkesin bayramını kutluyorum…