Kalbi soğumuş dünyanın. Bakmayın siz içinde yüzlerce dağı eritecek lavları olduğuna. Çürümüş ruhu dünyanın, üstelik ateşin de soğumuş kalbi, kutup işveli o narin elleri… Bakışları köhne, yıkık… Düşleri karabasan…

Yanardağlardan kusarcasına fışkıran volkan ağaçların, kaplumbağaların, kuşların dokunabilir mi yüreğine? Ten cefadır, ten kaportadır sadece, aklın ermez, erse de bilmez bir kırmızı gonca. Sık avuçlarında, çıksın huyu, suyu… Lanet olsun denk gelmeyen yankıların aklına sürülmüş bahar bahçelerine. Tren rayları döşemiştim sesinin çiçek açan tonuna, çığlıkların her rengi koyu siyah. Mevsimsel bir trajedi değil bu elbet. Tanrının terk ettiği azgın sularda boğulmak kaçınılmazdır. Kovulan, sürülen Tanrı bedel ister! Suyu arayanlar vurulup düşüyor cümlelerime.

Fırtınaların saçlarını taradığı mavisi çalınmış denizler kırlangıç yuvalarını rence uğratan kâbus çıkmazları gibi eli kanlı bir cani. Kalbi kırılmış okyanusların. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı. İnanılmaz bir adaptasyon kurnazı. Bukalemunlar özgün özgürlüğün tacına yapışan girift grafiti. Balıklar da küstü artık, kundaklanmış hep kartal yuvaları… Canını yerim senin! Bir sen kaldın öyle samimi, öyle masum…

Bir sen kaldın kâğıda düşen ayak izlerinle meydan okuyan uğursuza, saygısıza…

Bir sen kaldın kılcal damarlarına kadar isyana teşvik eden şiiri, şairi… İnsanları, en çok sevdiğinden tanırsın.

Bir sen kaldın Lokman misali yaban mersini, kekik, dikenli böğürtlenlerle dertleşen, papatyaların yolunan deli yılkılarıyla yıkılan; bir sen kaldın koca bir felaket geçerken üstümüzden dimdik ayakta, öyle mağrur, öyle sağlam…

Bir sen kaldın ayaklarını uzatıp kelimelerin ırmaklarına, nehirlerine kitapların gerçekleri haykıran, inci boncuk gibi dağılan, cec edilen harman yeri gibi savrulan, bir sen kaldın.

Yalancıların ve cadıların ifrit nefesleri ile bir bir yıkılırken güneşler, çatal dilleri enseleyen bir sen kaldın. Soğumuş kalbi insanlığın! En namuslu sözler, en namussuz dişlerin arasında sakız gibi gevelenirken sözün namusuna da sahip çıktın sen! Kanım kurusun unutursam fedakârlığını…

Merhametin, vicdanın ve Tanrının kalbi atmıyor artık, bir sen kaldın kalbi adam gibi atan! Sana gem vuracak yılanların da canı cehenneme, yürü kalemim, kim tutar seni.

İnsanları en çok, sevdiğinden tanırsın.

Köşk doğru. Tarihle yargıla beni iki gözüm, edebinle yargıla. İlinle, bulunduğun coğrafyayla; dilinle, kültürünü zirveye taşıyan güzel Türkçemizle; belinle, soyunla sopunla, aziz milletinle yargıla…

Yine uçurumlara yürüyorum, erguvan renkli yağmurlar düşüyor beyaza. Yürü kalemim, kim tutar seni!

Yalancıların ve cadıların ifrit nefesleri ile bir bir yıkılırken dünyayı parmağında oynatacak özgün fikirler, çatal dilleri kökünden koparan sen kaldın.

Şiirlerin Everest’inde yalnız kaldın!