Ölüm denen uçsuz bucaksız sonsuzlukta milyonlarca pişmanlık yaratmak mümkündür, hangi kurgunun atmosferi boy ölçüşebilir bununla? Mazeret kuyruklu bir çıyan!
Arşın ve zamanın dışında yaşamak kemiğimize kadar dayanan acıyı çiçeklerle karşılamak demektir. Tabiatımızı örten ve çelikten bir heykel gibi ruhumuza yapışan sabır, kıymeti asla bilinmeyecek gizli bir mabettir.
İstek şadırvanları içinde tente altı kuş tüyü, nazik ve zarif gurbet hikâyeleri nasıl emzirebilir edebiyatı? Karanlık kalemlerin işi o! Sabrın kalesinden soruyorum; var olmayan şehirlerin büyüttüğü sanat, nasıl çiçek açabilir nezaretinde duyguların?
Beni şu an imgelerle boğduğum bu yazımı yazdığım defterimin ve masamın başına kadar taşıyan milyon yerinden yamalı sabrımın ellerinden öpüyorum. Tüm kalbimle minnettarım sabrıma, organize kaos içinde yaratılan on binlerce soruna dirayetli bir asker gibi dayandı asırlarca.
Çaresizliğin sırtından yalnızlığın paslı demir rengi ovalarına ateşten bir korun üstünde yürürmüş gibi yürüdüm. Canıma yapışıp kalan hüzünlere yenik düşen yüzüme sinsice yerleşen, susuzluktan çatlamış toprak resmini hangi ressam yaptı bilmiyorum. Bir ara tökezleyip duracak gibi olan kalbime de çok kırgınım. Güçten iyice düşen bu bacaklarımı tanıyamıyorum. Kimin bu uzuvlar?
Ölüm denen uçsuz bucaksız sonsuzlukta milyonlarca pişmanlık yaratmak mümkündür. Her birinin haklı sebepleri, haklı isyanları vardır mutlaka. Henüz okuyamadığım kitaplarım, izleyemediğim filmlerim, yazamadığım romanlarım ve şiirlerim geliyor gözümün önüne, utançtan kıvranıyorum.
Karşımda mutluluktan halay çeken karanlığın tam şakağına güneşler yerleştirmek istiyorum. Öyle güçlü güneşler ki her biri bir çağa meydan okuyan, sınırı ve gecesi olmayan, kalemden daha keskin… Öyle güneşler ki balçıkla sıvanmayan, esaretle sınanmayan, cehaletle taşlanmayan…
Bir ara tökezleyip duracak gibi olan kalbime de çok kırgınım. Güçten iyice düşen bu bacaklarımı tanıyamıyorum. Kimin bu uzuvlar?