Günümüzde zamanın akışı öylesine hızlandı ki çoğumuz nefes almayı, durup kendimize sormayı unutuyoruz: "Gerçekten ne istiyorum? Nereye gidiyorum?" Günlük rutinler içinde, sorumlulukların altında boğulurken hayatın özündeki basit ve insani şeyler yitip gidiyor. Her sabah bir koşuşturmayla başlayıp akşamları bir yorgunlukla biten bu döngüde, içimize dönmek için kaç dakikamız kaldı?
Artık cep telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda, adeta birer makine gibi yaşamaya başladık. Teknolojinin hayatımıza kattığı kolaylıkların yanı sıra getirdiği hız, bizi sürekli bir "yetmeye çalışma" çabasına sokuyor. İş hayatında, sosyal çevrede, aile içinde veya bireysel hedeflerimizde hep daha iyisini yapma, hep bir adım önde olma çabası içindeyiz. Bu çaba çoğu zaman bizi gerçek anlamda tatmin etmeyen bir hız yarışına sürüklüyor.
Peki, neyi kaybediyoruz bu hızla? Sevdiklerimizle geçirdiğimiz zamanı, doğada hissettiğimiz huzuru, sadece içimizden geldiği için yaptığımız eylemleri... Bir an için her şeyin durduğu, sadece anın var olduğu, kaygısız bir dünyaya ihtiyaç duymuyor muyuz? Eskiden bir hafta sonu aileyle edilen kahvaltılar, dostlarla yapılan sohbetler, belki akşamüstü sahilde yapılan uzun yürüyüşler bizi tatmin ederken, bugün bunu bile planlar olduk. Bu koşuşturmada ilişkilerimize, kendimize vakit ayırmayı unutuyoruz.
Belki de yavaşlamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bize dayatılan "hemen yap, hemen bitir" alışkanlığından çıkıp, anda kalmanın huzurunu yeniden keşfetmeliyiz. Belki de cevabı, "şu an ne hissediyorum?" diye kendimize sormakta bulacağız. Çünkü hayat, sadece gelecekte yapılacaklar listesi değil. Sadece "şimdi"nin değerini bilerek yaşadığımızda gerçek mutluluğa ulaşacağız.
Biraz yavaşlayalım, biraz daha anı yaşayalım ve unuttuğumuz değerleri hatırlayalım.