"Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın. "
Yılmaz Odabaşı
Her gün yeni bir acıya uyanıyor yangınları hiç sönmeyen bir ülke… Her geçen gün dünü aratırken, bizim payımıza iyi dilekler, başsağlığı mesajları, takdiri ilahi gibi sorumluluğun ve hesap sormanın olmadığı içi boşaltılmış ne varsa o düşüyor işte…
**
Derin bir yoksulluğun kol gezdiği yorgun şehirlerde, birileri beka meselesi konuşurken, birileri önlenebilir nedenlere rağmen can verirken, ölümleri, gözümüzün önünde eriyip giden yaşamları sonu hüsranla biten bir film gibi izliyoruz şimdi.
**
Soframızdaki ekmeğimiz küçülürken, memleketin öz çocukları sabah okula giderken bir kuru ekmeği bile katık edemezken, evde, sokakta, işyerlerinde bir dış mihraklar masalı okunuyor hepimize.
**
Ölümlerin bilançosunu tutuyoruz. Sahi; son yangında kaç kişi can vermişti? Kaçı çocuktu güzel günleri göremeden yaşamdan koparılan? Suçlu, sorumlu, ihmali olan kimdi ve neden gerçek sorumlulardan hesap sorulamadı?
**
Onat Kutlar’ın dediği gibi, ‘’Ne kadar çok öldük yaşamak için.’’
Maden ocaklarında yitip giden yaşamlar, kamyon kasalarından savrulan işçiler, çadır yangınları, otel yangınları, kentlerin orta yerinde patlayan bombalar… Ve yan yana dizilmiş tabutlar, katarlanan al bayraklı tabutlar.
**
Bir dönem de her gün bayrak bayrak tabutlar inerdi sıvasız köy evlerine, kenar mahalleler, gecekondu semtlerinin yoksul evlerine. Ölmek bu kadar mı kolaydı, yoksa Ruhi Su’nun dediği gibi insan kanı sudan mı ucuzdu?
**
Kaybedilen tarım alanları, yediğimiz içtiğimiz her şeyin zehre kesmesi, açlık, yoksulluk, işsizlik, kontrolden çıkan çeteler, sefaletin dibinin görmemiz … İşte kayyumlar, gözaltına alınan gazeteciler, tutuklamalar yaşadıklarımız konuşulmasın diyedir belki
**
Bir yanda lüks, şatafat, görgüsüzlük, bir yanda aç çocuklar, teke düşürülen öğünler, muhtaç hale getirilenler… Ne yapmalı ne etmeli de bir yol bulmalı bir yol, bir çare. Çare sensin aslında, çarenin ta kendisi sensin.
**
Demokrasi zeminde ne olursa olsun itiraz et, sesini yükselt … Sen susarsan, yanındaki, yanındaki susarsa, başkası susar, şehirler susar sonra Türkiye susar. Yok edilmiş bir halk cevheri olan Enver Gökçe’yi analım bir yazının daha sonunda:
Devril başımdaki kader
Dökül dilimdeki yalan
Tutuş beynimdeki kibrit