Yıpranmış, ölselenmiş bedeniyle aşkın, sevginin yüreğine gömdüğü temsiliyetini küllerinden yeniden doğurabilir miydi?.! Bir kadın bakışıyla sıcaklığı, toz duman olan yerleri yeşertebilir miydi..? Buralar çöle dönmüştü. Buralar çoraklaşan bir toprak kadar solgun, değişen iklimler kadar korkunç ve yorgun...

Her nedense ağzından çıkan ve kendine ulaşmadan havada güzelleştikçe güzelleşen kelimelerin içinde zerre sahtelik görmüyordu. Bu tesadüf epeyce fazlaydı. Zihni kendine oyun oynuyor, yüreğine aşk ateşinin düşmesini bu şekilde önlemeye mi çalışıyordu..! Ya da korkularının yinelenmemesine kendince çaba harcıyordu. Akıl sır erdirmek epey zor, kendi de zaten işin içinden çıkamıyordu.

Direniyordu...

Kapıların açılmasına, yolların gidilmesine, duvarların yıkılmasına, dünyada yaşatılan haksızlıkların bitmesine değildi bu direnci... Fikirleriyle bunları bitirme çabasının tükenmekte olmasından dolayı yaşama tutunma isteğine direniyordu. Bu direnç; zihninin berrak yerlerinde kimi zaman annesi, kimi zaman tutunmaya çalıştığı anne eli olarak beliriyordu. Varlığına direniyordu zihninin büyük bir bölümü, yeter artık bitsin diye..! 

Bu bir direncin gözyaşıyla sulanmasına benziyordu. İstemsiz yanaklarından süzülüp akıyordu gözyaşları. Yok olmaya meyilli bu direncin damlalarla sulanıp, yufka ekmek gibi yumuşatma çabasından başka bir şey değildi. Gayreti direncini alt etmeye çalışıyor, tepkisiz bedeni kendini galip sanıyordu. Yaşadığı, zihnini ele geçirmiş sanrılarının büyük kocaman bir oyunuydu.  

Geçmişin izleri ve acıları unutturmamakta kararlıydı yaşanılanları. Dönüp dolaşıp bu halde olmasına sebep bir an’la hatırlatıyordu kendini… Gözlerini kamaştırırcasına pırıl pırıl parlayan bu güzelliğin yanında sessizce zaman geçirdikçe, zihni üstünü örtmeye çalıştığı bazı duyguları yeniden canlandırıyordu. Bu duygularda güzellik vardı var olmasına lakin mutluluktan uzaktı. Daha çok gözyaşlarından akan damlalar içinde sıkışmış, inlemelerden ince bir sızıydı. Oyunlar içinde karmaşaya dönen zihninin bir yanı kurgulara eş bir anın içinde bu güzelliğin heyecanını yaşıyor, bir yanı acılarla eşleşen karanlık odalarda bu güzelliğin maskeler içinde yüzünü hatırlatıyordu. 

Karanlık odalarda zayıflayan, kurgulara gebe kalan ve sanrılar hükmüne mahkum olan zihninin bu hali, hayran olduğu güzelliğin kendini koruma adına çözülmelere tutulması olabilir diye bir an düşündü. Bu güzelliğin karanlık odalardan öncesine ait bir kaç hatırası belirli belirsiz şekilde hafızasına küçük dokunuşlarda bulunmuştu. Saçları, kaşları, gizemli bakışlarıyla çiçekler kadar güzeldi. Adı sanki Bahar'dı. Geçmişte Baharın yolunu gözlemiş, aynı yolda yürümüş, elini tutmuş gibiydi. Hiçbir şey net değildi. 

Hangisi gerçekti, hangisi sahte... Tüm duyguları rengini kaybeden çiçekler misali solgundu artık yüreğinde. Yaşama her dokunuşu bir kaybedişti. Umutları yarınsız, amansız ve sevgisizdi kapanan gözlerinde. Biraz canlanır gibi elleri ısınıyor, annesiz kaldığı yılların hüznüyle hissizleşiyordu girip çıkamadığı düşlerinde. Arada elinde hissettiği annesinin eli, yokluğunu kabullenemeyen bir sanrının dostane! haliydi belki de... Bu; acılarını unutturmak, kaybedişlerinin, yanında olamadan yitirdiklerinin, yüreğine gömdüklerinin gerçekliğinin yaşamını hepten ele geçirmemesi içindi... 

Sanrılar mı dostu, yaşamı mı düşmanıydı..?