Hiç kuşkusuz, Batı sanatı, insana ve insanlar arası ilişkilere eğilmeyi ilk planda tutan bir sanattır. Bu mizaç ve karakter, Rönesanstan sonra daha belirginleşmiştir. Yirminci yüzyıla dek bu yönelim giderek artmıştır. Fakat yirminci yüzyılda durgunluk başlamıştır. Ne denli " dünya nimetleri" ne çağrıda bulunursa bulunsun, Fransız düşünür ve Edebiyatçı Andre Gide, kişinin inanç sorununu yeniden gündeme getiren önemli bir sanatçıdır. Din, onda, âdeta, sabit bir fikir halindedir. İncil, bir lirizm olarak eserlerini işgal etmiştir. Andre Gide, ne kadar olumsuzlaştırırsa olumsuzlaştırsın, isterse kavga etsin, işi hep 'inançladır'. Hep kavga eder, eder, sonunda yenik düşen o olur. Asla yenilgiyi kabul etmez. Oscar Wilde'ın dine teslimiyetine yaklaşmaz bile... Albert Camus, Samuel Beckett ; Tanrı tanımayan Metafizikçilerdir. Maeterlinck ise, Tanrısız bir mistiktir. Jean Paul Sartre, yolunu, absürd bir biçimde yolunu kesmeseydi, kim bilir, bu kavga nerelere varırdı? Komünizme ödün verilmesi, en başından beri yanlış bir 'inanç arayışı ' değil midir zaten? Son günlerinde, tüm bu 'aydınlar' Mutlak bir hiçlikte olduklarını söyleyerek bu yanlışlarını ve yanılgılarını itiraf ettiler zaten. Anlaşılacağı üzere 'Metafizik' karanlık bir noktadır...