Hiç tamamlanamamış bir öykünün iki yarım kahramanıydık biz. Ne ayrıyken tam olabildik ne birlikteyken… Hani herkesin bir hikayesi vardı ya; bizimki yarım kaldı. Oysa hem mutluluğa hem de acılara ortak olacaktık. Söz vermiştik.

Yorgun akşamlarda hayaline sarılıp uyuduğum ama senin bunu hiç bilmediğin zamanların ardından beni gönlünün sırça köşkünde en güzel yere oturttuğun zamanların bilincinde olarak yaşadım bunca yıl. Yüzün hüzündü bazen, bazen de aynı salkımda iki üzüm.

Yokluğunda yanan, varlığında zaman zaman incinen yüreğim kırılsa da, yorulsa da bazen hep içime atsam da yaşananları; yerin hep başköşeydi.

Bazen böyledir hayat. Yarım kalır her şey. Sen ne kadar tamamlamaya, tam olmaya çalışsan da bir engel çıkar karşına. Bazen de rahatlık batar insana. Ortada bir sorun yokken sorun arama/çıkarma isteği fıtratımızdaki maceraperestlikten mi kaynaklanıyor dersin?

Nihayetinde insanın en büyük düşmanı yine kendisiymiş. Kendine ettiği kötülüğü kimse etmezmiş ona. Çoğu zaman çoğumuz farkında olmayız o ayrı...

Sen güçlü olmayı ya da öyleymiş gibi görünmeyi zambak kokularından, limon çiçeklerinden, bir kuşa su vermekten çok sevdin. İnsanın kendine yeteceğini söyler durursun hep. Hâlbuki insan yarımdır. Hep başka bir insanla tamamlanır. Anlamadın. Suskunlukların ve gözyaşların artınca anlıyorsun sığınacak bir limana her zaman ihtiyacın olduğunu. Anlamazsın…

Karşılıklı bunca fedakârlığa ve tüm gemileri yakacak cesaretimize rağmen niyedir bilinmez olmadık işler yüzünden kırdık birbirimiz, üzdük. Pireyi deve yapmayı sever mi insan? Biz sevdik. Bu da bazı duygularımızı tüketmeye başladığımızın habercisiydi.

Arzusu yoksa bir insanın o ateşi yakacak cesareti de yoktur.

Belki duymak/görmek/bilmek istemedik ama insanın ruhunun da bir akşamı olurmuş ve karanlığa kaldığında daldığı hayaller onu uyandırmaya yetmezmiş.

Biz de gördüğümüz rüyanın güzelliğinden belki uyanamadık/göremedik gelen tufanı.

Anlayamadık birbirimizi bunca tanımamıza rağmen. Sen; "Gittin" diyordun, ben; "Gönderdi" diyordum. Yolunu kaybedince umudunu da kaybedermiş insan. Kolu kanadı kırılırmış. En sonunda, "Sonumsun" dediğini bile bir çırpıda silebilirmiş.

Gözünde/gönlünde başkaları gibi olmak istemedim hiç. Başkalarıyla aynı cümlede anılmak, aynı kefeye konulmak… Sen bunu çok iyi bildiğin halde onlara nasıl davranırsan bana da ısrarla öyle davranıyordun. Oysa sen benim için hep başkaydın, bambaşkaydın. İnadını kırıp bakış açını biraz olsun değiştirebilsen, gözünü kör eden kinini, her şeyi mahfeden öfkeni, kırıldığımı, gücendiğimi, incindiğimi anlamanı engelleyen kibrini bir kenara koyabilsen belki görürdün.

Beklentiler çok olunca kırıklıklar da o kadar derin oluyormuş. Belki de bu yüzden bir daha onarılamayacak kadar yaraladık birbirimizi.

Bazen ölüm, yaşanan zulümden evladır. Elbet bunca gamın, kederin içinde birbirimize merhem olabilmekti gayemiz. Yaralarımızı birlikte sarmaktı ama bir yeri düzeltsek başka bir yerden acı veriyorduk birbirimize.

Güzel olan şu ki; sitemkâr cümleleri yoldaş etsek de dilimize (ki sitem sevgiden doğar), birbirimize "Ah!" edecek, birbirimizin kötülüğü isteyecek kadar öldürmedik ruhlarımızı, sefil etmedik hislerimizi…

Şimdi yalnız gözümüzden değil gönlümüzden adeta çağlayan yaşların bir faydası yok. Yanı başımızdaki insanlar değil beklentilerimiz elimizi ayağımızı bağladı. Bizi hareket edemez hale getirdi. Bii nefessiz bıraktı. Ne kalacak ne gidecek takatimiz var artık.

Şundan hep gurur duyacağım; Sana her zaman dürüst oldum ve hiç yalan söylemedim. Hissetmediğim hiçbir duygumun esiri olmadım, bunu dillendirmedim.

Seni acıtmak istemedim hiçbir zaman. Hep mutlu olman için çabaladım. Elbet başardığım ya da başarmadığım zamanlar olmuştur. Son tahlilde ihtiyacın olmadığını düşünsen bile ölene kadar mutlu olman için dua edeceğim.

Yanında bir saniye bir ömür gibi geçse de, koca bir ömrü seninle geçirmiş olsak da dün gibi seni tanıdığım gün. Bana bakışın, dokunuşun, sarılışın her an içimde büyüttüğüm, heyecanı hiç bitmeyen bir çocuk…

"Olanla ölene çare yok" derler. Sen içimde hep yaşayacak bir çiçeksin. Seni yaşatmam için suya da ihtiyacım yok üstelik; Hatıran yeter.

Bir yanım taş, her yanım toprak olsa da bu gerçek değişmeyecek.

Belki bir gün, çok daha güzel bir şekilde, bambaşka bir yerlerde yeniden karşılaşırız. O zaman belki her şey çok daha farklı olur. Belli mi olur?  Ol! deyince; olmaz, olur...

Okumaktan keyif aldığım, beni içine çeken ve orada hapseden güzel bir öyküydün.

Şimdi bir tek dileğim var; Korusun Mevlam seni. Nazar boncuğum. Hep mutlu ol.