Kadın cinayetleri, yalnızca bir suç değildir; toplumsal bir yara, kültürel bir çürüme ve insani bir faciadır.

Her gün, dünyanın farklı köylerinde, kasabalarında, şehirlerinde, bir kadının hayatı ellerinden alınmakta, bir aile yıkılmakta, bir toplum daha karanlığa itilmekte. Kadınların öldürülmesi, yalnızca bu canların son bulması değil, aynı zamanda insanlık onurunun, eşitliğin ve özgürlüğün de yok sayılmasıdır.

Kadın cinayetlerinin ardında yalnızca bir “öfkeli an” ya da “kişisel bir mesele” yatmaz. Bu cinayetler, derinlemesine kökleri olan bir toplumsal hastalığın belirtisidir.

“Alacağım bir nefesti, onu bile çok gördüler bana. Her gün biraz daha boğuldum, her an biraz daha küçüldüm. Kendi varlığımı hissetmek ne kadar basit bir istekti, ama o bile ellerimden kayıp gitti. Kendi bedenimi, sesimi, düşüncelerimi savunmak için ne gerekiyorsa yaptım, ama sanki var olma hakkım bile bir lütufmuş gibi hissettirdiler. Hangi özgürlükten bahsedebiliriz ki, eğer alacağımız en basit şey yani bir nefes dahi bizim değilse?..”

Kadınların üzerinde kurulan bu tahakküm, cinsiyet eşitsizliği, toplumsal normlar ve kadınların toplumdaki yerinin küçümsenmesi, her tür psikolojik, duygusal ve fiziksel şiddetin artmasına zemin hazırladı. Her kadın, kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olmalıydı. Kimse ona hayatını nasıl yaşayacağını dayatmamalıydı!

Ancak yıllardır süregelen kültürel ve toplumsal birikim, kadınları hâlâ ikinci planda görmekte, onların hayati hakları çoğu zaman göz ardı edilmektedir.

Kadın cinayetlerinin sebeplerinin başında, kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesi gelir. Çoğu zaman, “aile içi mesele” gibi gösterilen cinayetler, aslında sistematik bir cinsiyet ayrımcılığının sonucudur.

Bu cinayetlere tepki göstermek, bu sorunu çözmek için sadece kanunlarla sınırlı kalmak yeterli değildir.

Toplum olarak hepimizin sorumluluğu vardır. Kadına yönelik şiddeti normalleştiren, buna göz yuman her bir birey, bu cinayetlerin bir parçası haline gelir.

Toplumların ilerlemesi, kadınların eşit haklara sahip olmasıyla ölçülür. Kadınların yalnızca fiziksel değil, duygusal ve psikolojik güvenliğini sağlamak da bir o kadar önemlidir.

Her kadının kendi hayatını seçme hakkı vardır ve bu hak, hiç kimse tarafından ihlal edilemez. Her kadının sesinin duyulması, korkusuzca yaşaması, sevgiye, saygıya ve adalete ulaşması gerekir.

Kadın cinayetlerini kınamak, kadınların toplumsal düzeydeki yerini güçlendirmeden; yalnızca yasalarla çözüm aramak, eksik ve yetersiz kalır.

Kadına yönelik şiddetin her türlü biçimine karşı toplumsal bir duruş geliştirmek, bu sorunun çözümünde kritik öneme sahiptir. 

Aynı zamanda toplumsal olarak farkındalık oluşturmak, kadın hakları konusunda eğitim vermek, kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmek için el birliğiyle çalışmakla mümkündür.

Bu, yalnızca kadınların değil, tüm insanlığın sorumluluğudur.

Herkes eşit ve özgür bir dünyada yaşama hakkına sahiptir. Bu hakka saygı gösterilmediği her an, insanlık tarihine kara bir leke daha eklenmiş olur.