Dünya, her birimize yeterdi. Hem de fazlasıyla!

Fakat biz, kendi kurduğumuz sınırlara sıkışıp kalmışız gibi hissediyorum. Ne zaman ki gözlerimi kapatıp derin bir nefes alsam, içimdeki bu dar duvarları aşmayı düşlesem, evrenin sonsuzluğu bana kendisini hatırlatıyor. Ne savaşların, ne verdiğimiz bu boş mücadelenin ne de ayrımcılığın gerçek bir anlamı olduğunu görebiliyorum.

Bütün bunlar, yalnızca kendimizi anlamadan, başkalarına bakışımızı şekillendiren boş inançlardan başka bir şey değil.

Savaşlar, milletler arasındaki düşmanlıklar, ırkçılık ve önyargılar…

Tüm bunlar, sadece zihinlerimizde var olan, bize dayatılmış birer illüzyondan başka ne ki? Eğer birbirimizle hissettiklerimizi paylaşabilirsek, o zaman bu dünyanın aslında ne kadar büyük, ne kadar derin, ne kadar bol olduğunu fark ederiz.

Dünya, her birimize yeter ancak biz, çoğu zaman bunun farkına varmak yerine, daha fazlasını istemekten başka bir şey yapmıyoruz değil mi? 

Aynı gezegende, aynı topraklarda, aynı gökyüzü altında yaşarken, birbirimizi dışlamak, ayırmak ne kadar anlamsız bir şey.

İnsan, aslında neyle savaşıyor?

Kendisiyle mi, korkularıyla mı?

Yoksa sürekli o içimizi kemiren eksiklik hissiyle mi?

Her birimiz, içsel boşluklarımızı doldurmak, huzur ve anlam bulmak için bir başkasını aşağılamayı, onu dışlamayı tercih ediyoruz. Ama bir insanın diğerine zarar vermesi, ona üstünlük kurması, aslında sadece kendi içindeki eksikliği kabul etmemekten başka bir şey değil gibi görünüyor. 

Madem bu kadar büyük bu dünya o zaman neden birbirimizi ezmeye çalışıyoruz ki, anlayamıyorum?

Neden başka birinin varlığını tehdit olarak görüyoruz?

Bizi biz yapan şeyin, karşımızdakinin varlığı olmadığını, aslında kendimizi nasıl hissettiğimiz olduğunu unuttuğumuzda bu tür ayrımlar ortaya çıkıyor.

Bu dünyada her şeyin birbirine bağlı olduğunu düşünüyorum.

Bir insanın acısı, bir diğerinin acısına, birinin sevinci de diğerinin sevincine dokunuyor. Çünkü,  bir bütünün parçalarıyız, birbirimizle iç içeyiz.

Ne kadar farklı olursak olalım, hayatta kalmamız, gelişmemiz ve anlam bulmamız, birbirimize bağlı. 

Dünya, sadece bir kavmin ya da bir ırkın toprağı değil!

O, herkesin hakkı.

Hepimiz, doğanın sunduğu bu güzellikleri paylaşıyor ve bunlardan besleniyoruz. Ama biz, paylaştıkça büyüyeceğimizi, paylaştıkça çoğalacağımızı, birlikte var oldukça güçleneceğimizi unutuyoruz.

İçsel olarak birbirimize aitiz, dışsal olarak birbirimize benziyoruz. Ama bu benzerlik, bize düşman olmak yerine dost olmayı, birbirimize değer vermeyi öğretmeli diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?

Herhangi bir insanın rengini, dilini, inancını ya da kökenini öne çıkararak onu başkalarından ayırmak, sadece bizim kendimizi ve dünyayı anlamamamızın bir sonucu değil de ne?

Tüm bu ayrımların ardında, aslında ne kadar boş bir anlam peşinden koştuğumuzu görmemiz de gerekiyor.

Ve ben, bu yüzden içimde bir huzur hissediyorum. Savaş ve mücadelenin sadece birer gölge olduğunu, gerçek özgürlüğün ve anlamın paylaşmakta, birlikte yaşamakta ve birbirini anlamakta olduğunu düşündükçe, her şeyin daha net olduğunu hissediyorum.

Ayrımcılıktan, korkudan ve nefretten vazgeçmek, sadece daha derin bir insanlık, daha doğru bir varoluşa ulaştıracak bizi. 

Ve eğer bunu anladığımızda, işte o zaman dünya gerçekten yaşanılacak bir hal alacak.

Unutmayın!

Biz, bir arada var olabileceğimizde en güçlü halimizi bulacağız!