Her şey bir hayalle başlamıştı...

Şimdi mesela, beni en mutlu edecek şeyi düşünüyorum. Hayalini kuruyorum. En çok istediğim şeye inanıp, doğru zaman, doğru zemin ve doğru insanlarla birlikte yola çıktığımda, zaten kazanma yolunda yolun yarısından fazlasını katetmiş olurum.

Bildiğim ve gördüğüm kadarıyla, bize, yani bizim ülkemize özgü, şu an da yaşanılmakta olan hızlı evrilme süreci, 80'lerden bu yana, sistematik bir şekilde başlatıldı. Planı kurup başlatanlarda, ülkemiz aleyhine başarılı işlere imzalar attılar. Bizler 80 kuşağı olarak, şimdi ki jenerasyona bir uzaylı yabancılığında bakıp kalıyoruz. 12 Eylül darbesini Kenan Evren yaptı. Ülkenin başına, cemaatçi liberal Turgut Özal'ı getirdi. Uzun bir süre IMF ve Dünya Bankası'nın çeşitli kademelerinde de görev alan Ahmet Özal, babası Turgut Özal'ın iktidarı döneminde özel televizyon ve radyo yayıncılığına izin verilmesinin ardından 1 Mart 1989 tarihinde Cem Uzan ile birlikte Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı "Star 1"i kurdu. Altyapısı farklı ve bu yeniliklere hazır olmayan toplumumuza, TRT dışında yayın hayatına geçen TV kanallarıyla, barajın kapaklarını yıkıp gelen göl suyunun yaratmış olduğu heyelan misali ahlaki erozyon duygusu yaşatıldı. 90'lardan sonra da meyvelerini toplamaya başladı. Şimdi, maşallah bayağı bereketli. Bu bereketin üzerine de, yine sistematik olarak yapılmış olduğunu düşündüğüm, demografik yapımızı bozmaya yönelik, yaklaşık 15 milyon yabancı uyruklu insanın ülkemize yerleştirilmesi de, galiba planın farklı bir boyutu. Tutunmamız gereken şey kadim kültür temelli yaşanılmış öğretilerle evrilmek olmalıdır.

"Ne kırk yıllık kahvenin ne de kırk yıllık sevmenin hatırı biter"

Örneğin bir kadim kültürde, Sosyal medyada '3 Mart 1984'te içilen kahvelerin hatırı dolmak üzere' sözüyle gündeme oturmuş olan olayın gerçek hikayesinde saklıdır, bu yaşanılmış olay şöyledir:

"1895 yılında İstanbul’un Eminönü semtinde bulunan yemiş iskelesinde kahve yapan Üsküdarlı bilge Yusuf adında bir adam vardı. Adamın mekânına her inanıştan insan gelirdi. Gelenler hem kahve içmek hem de onun hoş sohbetini dinlemek için uğrarlardı.

Günlerden bir sabah kahvehaneye yeniçeri gelir ve etrafı dikkatle inceler. İçeride müşteriler vardır ve bunlardan birisi de Rum bir kaptandır. Yeniçeri kahveciye seslenerek "Herkese benden kahve ikram edin yalnız şu Rum kaptan hariç" der.

Kahveci, yeniçerinin bu sözünü duymazdan gelir. Herkese yeniçerinin kahvesini ikram ederken iki kahve daha yapıp Rum kaptanın yanına oturur. Bu duruma hiddetlenen yeniçeri, "Ona vermeyeceksin demedim mi?" der. Kahveci de "Bu senin değil benim ikramım" diyerek karşılık verir ve kaptanla muhabbet etmeye devam eder.

Bu olayın üstünden tam tamına 40 yıl geçer. 1905 yılında Osmanlı'nın hâkimiyetindeki Sisam Adası'nda büyük Rum isyanı patlak verir ve Rumlar, isyanlarda eline geçirdikleri insanları esir pazarında satarlar.

Üsküdarlı kahveci de bu insanlar arasındadır ve yaşlı bir Rum tarafından satın alınır. Adamın kendisini öldüreceğini düşünen kahveci, yaşlı Rum’a bakar ama gözündeki merhameti hisseder. Yaşlı Rum, kahveciyi serbest bırakır ve ona der ki; "Bana 40 yıl önce bir kahve ikram ettin ve ben o kahveyi de seni de unutmadım."

Rum kaptan Üsküdarlı Yusuf'u serbest bırakır ve İstanbul'a geri dönmesine yardımcı olur. İşte hep duyduğumuz bu güzel deyimin arkasında böyle bir hikâye var."

"Yanlışlarla doğrular yer değiştirdi"

 Şu an da yaşamış olduğumuz ekonomik çöküş, öyle ya da böyle, elbette düzelecek ama galiba bize zerk edilmiş olan ahlaki çöküşü düzeltmede bir hayli zorlanacağız. Birileri, üstelik bilerek, doğruların yerini yanlışlarla değiştirdi. Her zaman inandığım ve üzerinde titizlikle durmuş olduğum kadim kültürün bundan sonra bize kılavuz olacağı kesin. Şu an da yaşananları özetleyecek olursak; “Yanlışlarla doğrular yer değiştirdi, toplu bir intihardan korkuluyor”

O kadim kültürden, içerisinde, yaşanılmış binlerce yılı barındırarak, bize damıtılmış olarak gelen o sözler bize ışık tutacaktır. Kadim kültürün filozoflarından Nasreddin Tusi'nin rubaisindeki fanilikleri de unutmamak gerek;

"o kavimler ki hakikî yolu buldum sandı

Ermeden doğru yola hepsini susturdu ölüm

Öyle bir ukde ki hal etmedi bir kimse onu

Vurdular hepsi düğüm üstüne bir başka düğüm"

Yalnız gelip, yalnız gittiğimiz bu dünyada, modern ya da gayri modern insan, doğumla ölüm arasındaki o boşluğa tutunabilmek için manalandırmak zorundadır. Bir şeylere inanmak, bir şeyleri aşkla sevmek zorundayız. İşte hayatın gerçeği budur. Yaradılışımızdan kaynaklı, yani bizi yaradan o güç tarafından, sevmeye-sevilmeye kodlanmışız.  İnsanı hayatın içine katan, toprağı, taşı, ağacı, sevgiliyi, kısaca kişiden kişiye değişen görecelikte olan bir şeyleri aşkla sevebilme yürekliliğidir. İnsan olabilmenin dayanılmaz hafifliğidir sevmeler. Kolay olanıdır, bir şeyi sevebilmek ama yürek ister, mangal gibi bir yürek…Doğruluk ister. Zeka işidir. İnanmaktan geçer gider, güzelliklere bürünür. İnsani olan felsefedeki gibi, sana yapılmasını istemediğini yapma temeline dayanır.

Öyleyse; doğumla ölüm arasına bir mana katmak için, hayallerimle, hayallerimde, hayallerinin tam ortasına geliyorum.